8 Nisan 2015
.. yerden bul beni...*
"Sevdiğimi biliyorsun..."
Birinin bir şeyi sevdiğini bilmenin o doygun tadı gelip yerleşiyor damağıma. "Biliyorum"un tam "-li" hecesi. Üzerine pudra şekerini de serpecek dakikalar. Bu kez birinin bir şeyi sevdiğini blmenin lezzeti değil, birini bilmenin lezzeti. Bilmek için gönüllü olduğun o öğrenme yolunun ekmek kırıntılarından şeker evine çıkan yeri...
Sonra ellerime inanılmasının o utangaç ama güvenilir sıcaklığı örtecek üşüyen yerlerimi. Ellerimin kendini sevdirdiği yer bir yaz akşamı öpücüğünden başka neye yakınlaştırır karıncalanmalarımı..? Bunca sızı meydanı olan ellerim... Sızısını saklamakta usta ellerim. Yorgun ama kalemden başka tutacak bir şey bulamayan, bütün kışların buz bıraktığı ellerim. Ve çıkıp seviyorsun. Karıncalanmak da hafif sanki..? Bu beğeniye yanıtımı bir şarkıyla taşıyabilirim kalbine ama en ben, en engelsiz anıma bir yasağı eşlikçi seçmek ihanet gibi geliyor. Boş verelim şarkıyı, benim cümlelerim de var. Kısık sesli de olsa, hemen ardı sıra gelen sessizliklerde "Keşke öyle kurulmasaydılar, başka kelimeler giyinseydiler..." diyen cümlelerim. Ama yarım, ama tam. Gürültülü ve sus pus. Utangaçlığın da bir sesi var ve kreş gibi çınlıyor. Öyle böyle çarpıyor bir duygunluğa, naif bir ortalamayla tamamlıyor iki nokta arasındaki mesafeyi. Mesafesizliğin eriyikliğini göz kapakları konuşuyor. Göz kapakları bazı loşluklarda çok gevezeleşiyor. Bir çift gözü örtmenin yetinmezliğini yerleştiriyorlar bir diğer çifte. Onlar kapandıkça, içeride açılan başka gece bitkilerinin kokusu yayılıyor.
Mesafesizlik daha dağılgan kokularda; dalga dalga dağılıp, göçebeliğe baş kaldıran bir varlıkla kuşanır durumda. Koku giyinmek. Bu, bir ömre zincirlenen bir soyunuş. Zincirlenecek. Ve onsuzluk, ihtimaliyle dahi can yakacak. Hikâye böyle devam ediyor. Büyük bir örgüsü var... Ellerini yıkamaktan çekindiğin bir günü diğerlerinin arasına sıkıştırma halinin eyvahlığı kırıyor dudak kıyını. Üzerinden akıtmak istemediğin dokunuşu nasıl da sanki bir gömleği kirli sepetine atarsın hissi. Seve seve vazgeçmek. Hayat bunu utanmazca hep yaptırıyor. Son derece ettirgen fiillerde sabahlatıp, içini üzüyor.
Bir sabaha gerinen tebessümün frezya okşayışı da rüyan oluyor mesela. Bunun "İyi ki..."lerini kucakladığın yer paldır küldür bahara dönüşüyor. Suluboyanmış erkeni sabahın, yorgunluktan daha başka, kadifemsi bir tamamlık duygusu donatıyor üstüne başına. Bir dal oluyorsun mevsiminde, kesme çiçek sapı, çiçek çiçek açılmayı bekleyen dudaklarında, perde arası gün kıpırtısı... İzi kalsın istediğin tutulamayan zaman parçalarına dize dize bırakıyorsun kendini. "Anlat" dendiğinde tarifini yemek kitaplarından bulamayacağın o nefesin rengine kelime uydurmaya çalışmıştın ya; dize değil, söz değil, kalemin darbe darbe kendini döktüğü bir şeyler. Her neyse, nasılsa, illa izi kalsın diye... Kendini çıplak görmenin kalbini pul pul dökmediği zamana dair...
Barışma, tanışma, karışma adresindesin hayatın. Sakınmadığın ne varsa yağıyor üzerine, merkeze düşen bir koordinata varıyorsun. Ortada kalmanın sarılmayla sarmalandığı bu varış söyletiyor işte sana...
Cümlen olmasını sevdiğin, o cümleyi çok sayıkladığın, ıslak karanlığın düştüğü caddelerde sesiyle yön bulduğun, kaybolduğun, kaybolup evini kurduğun, kendini duyduğun bir nabız.
Devrilmeden durma dünya.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder