26 Haziran 2012

varışsız..

En çok şehir mi parçalıyor dünü, yarını.. İçimi kaça bölebilirim, bilmiyorum.

Bir yanım çocukluğun sallanarak havada kalmış salıncağı, ötekisi, yerinde bir gençliğin keyfe keder gündüzsüzlüğü, ve şimdi de içe saplanan bir ömür sınaması.

Sevmediğim değil, sevemediğim bu yerde yağmurlar yağıyor, her sokak başında muhafızlar, yıkılan kuleler, bir haftada temeli atılan modern çağ gettoları.. Belki de yağmur yıkıyor bu tutukluluğun tozunu, onu da bilmiyorum.

Uzakta, hiç görmediğim bir şehirde bir çocuk uyuyor. Genç ve denize yakın ve teninde tuz, nefesinde anason..

Ve bir başkası, her sokağı başka bir masala açılan o tek şehirde yürüyor, vapura da binse..

Her açılan yeni günde başka bir şehrin insanlarına uyanıyorum. Yerleşikler ve seyyahlar, çoğunlukla artık memnunlar...

Ben yabancısı olduğum bu stepin ortasında en azından havada asılı kalan salıncağımı gelişigüzel bırakmaya dönme niyetindeyim, bir an önce..

Telefonlar çalıyor, her alo bir bavul topluyor. Ömrümüz mü yerleşmek istiyor, yaşımız mı, ve evet; onu da bilmiyorum..
Yeni şehirler yeni şarkılar getireceği yerde, alışkanlığını bozamayan yaşlı insanlar gibi gözyaşlarını taşıyor karayollarında ve deniz rotalarında ve bulut boylarında..

Tüm bu şehirlerin, hikâyelerinin, ikâmetgâh belgelerinin, değişen desenleriyle toplu taşıma kartlarının, git gide her bitki örtüsünde benzeşikleşen meyve ve sebzelerin arasında göç edemeyen o şeyin adını koyamıyorum. "Bak hâlâ buradayım." diyen; sevdiğim insanlara, utandıklarıma, dargınlıklarıma, bir yanımda incecik kalan sızılara, kabuğu yerinden oynadıkça ölümden beter acıtan yaralara, aşka ve mesafelere..

Bak hâlâ...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder