Kirpiklerimin duman altı uyuşukluğuna battığı gecelerin ardından saat bileğime ağır geliyor.
Vücuduma batan kışa neyi saracağımı kestiremiyorum ve inanmak fiilinin içe her gün yeni bir kurt düşürdüğü maneviyatın boşlukları dolmadıkça, özgürlüğe atfettiğim ihtişam soyunuyor. Soyundukça, üzerinden bir bir attığı katlar dünkü kıskaçların bıraktığı bereleri düşürüyor.
Ne yeni bir ten, ne yeni bir ruh, ne de yeni bir ömür açılacak kabuklar attıkça. Her doğrumun en azından çift yalanla geri döndüğü hayat karnemde, imlâ yanlışlarına bile tahammül edemezken, kimin doğrusunu yaşama çabasındayım...
Sesim çıkmıyor bozkırda, uzakta bir yerde vapurların körfez üzerine bıraktığı isli nefesten ötesine geçirmiyor beni, iki kişi arasındaki sesler.
Ne kadar yokum, varlığımla... Ve ne kadar çokum, beklentisinde olduğum bir avuç hiç için hikâyelerin eşiğinde...
Susulan noktaların yan yana gelip kedere isim verdikleri yüksek masalarda, sehpa altlarında ve karanlığın örttüğü sokaklarda birbirine değer dirsekleri acının...
Alçalmayan suyun kıyılarımı dövdüğü yerde, önüm, arkam, sağım, solum yitik. Haritasız, pusulasız, Hansel'in ekmek kırıntılarını bile edinemeden yürüdüğüm bir hayatın hangi kırık kaldırımındayım; tüm anların bilekleri burkuluyor...
Yazık bir uyanış yarın, doğumundan neye ümit rengi biçtiğim belirsiz, yeknesak kalp atışları...
Göğüs kafesime saçılan sisin ortasından düşersem maviye diye, belki...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder