Zamanın ötesine geçen yalnızlıkları, mekânlardan taşarak hisseden başka yalnızlıklar var. Birbirleriyle bir başınalığı paylaşmaya değil, kendi zerreleri dışında kalan o kocaman hayatın hareketine, anlamların yer değiştirdiğine ve benzeşiklik noktalarının birbirlerine çarparak soluk aldığına beraber şahit olmak için yan yana düşen var oluşlar...
Düzensiz olanın içine yerleşmiş nizamla birbirini bulan sözcükler, birbirlerini tutan imlâlar, birbirlerinden taşan bakışımların keşfi var.
Temmuzun orta yerinden açılıp da denize ve karaya dökülen iki çığlığın, tarihlerin tozuyla seslerini yitirip, göğüs kafesini sızlatarak biriken pusla birbirlerine yuvarlanışını görmek var. Sesi, birbirlerinin yitikliğinde yeniden anlamlandırmak... Belki de din gibi inandığın müziğin bir parçası olmak, kalplerin el tutuşlarıyla.
Çok uzaktaki yerlerin getirdiği, çok yazlar var sol yanımızda. Dokunmadığımız bir Akdeniz'in çocuğu olmak gibi bu. Ruhundaki o nemi hissedip, turunç reçeline batan çocuklukları, masaldan sahici bir kimlik ekine dönüştürmek...
Hep geç kalmışlıklar üzerine yazılan tesellilerin yanına düşen, doğru yer- doğru zaman düzenleri de vardır belki. Bir şehri özlemenin kemikleşen sızısını yitirmiş gibiyken, yere düşen bir çift mücevher yansımasıyla öze dönmek, onu içine katmak var.
Kaçış diye eyleme döktüğün bir şeyden geriye özet, kaçtığın yere özlem duyan birinin bu kadar içinde olmasıysa, belki de resim yapmalı insan. Kalemlerini dolaştırmalı birbirine, boyalarını, ve ojelerini. Ne de olsa konuşulmadıkça büyüyen güzellikler hep aramızdaki o kadın kalan şeyde..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder