21 Ocak 2011

Vapur notları.


Dilsiz. Denizlerin dışı.

Ama gökyüzünün renginde şeftali kokusu var... Uçuk bir sarılıktan zor bir morluğa batan pembe ve kızılların gölgesinde salınan yalnız bulutlar... Üşüyen dalgaları var denizin ve lâcivertliğinde senden anısı kalan bir şehir hikâyesi.
Ben en çok moru severim, bütün renklere kucak açtığım coğrafyada. Şimdi suların titreyen kalp atışlarına mor sürüyor hafta başı. Ben bu şehirde en çok vapurda olmayı severim. Uyuşuk parmak uçlarımda bir çekingen masal adı kış...
İnsanların kendilerini hep denizle, suyla görmek istemeleri tuhaf değil mi sanki? Fotoğraf makinelerinin buna şahitliği.. Dinginliğin sessizliğini yırtan bir deklanşör sesi var dünyanın.
Turuncular maviyle sessizce birleşip yarına çoğalırken; su akışı, rüzgâr ıslığı, soğuk rengi, bulut öpüşü, sen sesi, ben sesi, en çok; biz.. Senfoniden biraz fazlası.
Şehir hatları vapurunda yazılmış tüm notlar deniz kokar mı bilmiyorum. Ama on sekiz dakikaya kim, hangi dalgayı, hangi gün doğumunu ve hangi rengi sığdırabiliyor bilmek isterdim.
Hepimizin gözleri başka mı görüyor ufku.. Göz renklerimizde kırılıyor mu mavi...
Umut vaat ediyor enginlik. Kırılmayacak, boğulmayacak şeylerin varlığına umut yeşertiyor. Hiçbir şeyin sonsuzluğuna inanmayan bizlere ve de sizlere uzun bir manifesto gibi sürüyor ebediyetini. Sahi, dalgaları da dağıtıp bozar mı insanlar? Her şeyi öldürdükleri gibi bu gökyüzünün suyla birleştiği çizgiyi de karalarlar mı? İzin vermeseler...
Çünkü bu şehirde birileri hâlâ renklere, sulara tükürüyor.
- bin yirmi bir

Devrik- iç deniz.

Metruk bir soluğum var artık. Renklerimi tutmuyor musun sıkı sıkı, susuşuma niye değmiyor biriktirdiğim hayat öpüşleri... Durmaksızın yürüdüğüm o yolda, mütemadiyen sabit kalan bir çarktayım. Rüya görmeyen gözlerimi özledim, savruk kelimelerimin neşesini. Neşe: Limon sarısından biraz ötesi. İlk yazlara daha çok var, biliyor musun.. Bu yüzden belki aynı elbiseye dört mevsim sarınışım. Omuzlarımın ağrıdığı odalarda takvim yaprağı yırtışım.
Donuk bir hissim var artık. Buzlar kırıyorum buzlar içine, yalnızca varlığımla. Kimseyi yaklaştırmadığım kumdan kalemin içine kendimi kitliyorum. Rüzgâr dokunursa, bulup da yaksın canımı.
Çok eski bir şarkıyı özlüyorum, içinden babamın geçtiği.. Asma yapraklı balkonları bir de, penceresi radyolu evi...
Sevdiğim şehirler var, ama ben ismini anmadıklarıma teslim ediyorum bu hırçın isteğimi, hayata nâzır..
İçimde büyüttüğüm metinler hep üç noktaya varıyor dünya denilen bahçede. Ben de üzerine mandalina yiyorum.
Ben nerede kaybolduğumu bilmiyorum, bazı dizeler var yarım, o şarkının adını hiç hatırlamıyorum...
- iki bin on dokuz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder