13 Haziran 2010

mevsimin gecesine...*


Düşsüz yürünmüyor güvercin kanadında. Yaralarından doğan uyuşuk gün batımlarına eklemlenmiyor sehersiz saatler. İçinde çürüyen tarihler altına imza, düşsüz geçmiş olamıyor.., rüyasız yarın yok. Sevdiğin şairin dediği gibi, "Güneş her sabah verilmiş bir söz gibi doğuyor..."
Yollara adadığımız kimliksiz soluğumuz yorgun mu, başlangıç heyecanının durgunluğu mu bilmiyorum... Mevsiminde kirazların, geceyi yalayan rüzgâra emanet uykusuz öpüşler çiziyoruz. Bir her yaz, aynı erguvanî köşede...
Bileklerini ayçiçekleri öpüyor şimdi bozkırlar ortasında. Ve yelkenlenen hayaline saydığın adımlar, toprağın gebeliği ortancalara. Sulara gidiyorsun. Su, denize varacak. Deniz de... Gidiyorsun... Ve gidiyoruz belki de farklı kentlerde, aynı göğün altında uyumaya. Sevdiğin kitapları al yanına ve haritasız yürü kalbinin coğrafyasında.
Bavullardan taşan dizeleri bırak sokak lambalarını bile sevdiğin aşka ve tütün kokusunun iliştiği gamzelerinde girizgâhını yap bir eski düşten düşen kahve çekirdiğinin...
Kahvaltılarına, mimar ellerinden reçeller dök, kızıl yanaşsın sofralarına, dudaklarından sonra...
Masalsız kalmadığımız her gece için bir renk söyle ve gözlerimin her sabah uyandığı fotoğraflar gibi deklanşörünü bırak mevsimlere...
Ojelerini süreceğin fransız balkonlarında manolyalar yetiştir. Edith Piaf ve Jacques Brel 'le sula çiçeklerini aşkın.
Gittiğin yollar ellerinden dökülen müziğe ev olsun, rüzgâr yolunu kolay bulsun...
Güzelsin. Gecesin.. İçtiğin her kadeh düşlerine akmış. Düşlerine inan, ben ellerine...
Güzel kız, kuytumda yapraklanan güneş renginle yürü sokaklarında sarhoş renklerin.
Ve ben... Gideceğim yollara, yuvam yapacağım kentlere dizeler bırakacağım, yolunu bulup müziğine varması için...
Sağanaklarda yürüyeceğim ve içimin denizleri mevsimlere teslim, dalgalanacak sokaklarda...
Ve bir gün, "..Paris yanıp yıkılmadan..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder