Pencereleri açalım geceye; biraz şiir, biraz yağmur, biraz 'gitmek' essin kalbimizdeki sızıya...
Dudağımın yanında gamze varmış, öyle söylüyor gece kız. Ben köprücük kemiklerine dokunmak isterim aşkların.
Şehirler geçiyor, geçmiş zaman eklerinden. Ben sadece bir kaç yitik kelimeyle doğuruyorum haziran soluklarını, oysa şimdi yağmur bastıran kır düğünleri vardır, yaz gülleriyle kaplı...
Ben bu aralar sadece gitmeyi düşünüyorum ve bir o kadar da kalmayı. Hangi sokağa baksam stockholm sendromlu bir çocuk olarak buluyorum kendimi. Bu şehrin neresindeyim, sen ne kadarsın içimde... Kestiremiyorum kendi uçurumlarımı. Kalbimdeki deliğe, varlığımdaki sızıya kelimeler kesip, elbiseler dikemiyorum.
İnançsızlığım aldatmasın, fazla tutkulu, fazla tutuklu bir kadınım, ondan bu dağınıklığım..
Mazide içtiğim hüznü hâlâ sığdıramıyorum kadehlere. Mürekkebine gözyaşı karışmış hatıralarımı sararttığım defterleri çıkaramıyorum bakışımdan..
Ben hiç mevsimini bulmuş bir kadın olamadım. Ne yağmurlar, ne rüzgârlar... Hepsini makyajıma iliştirmek istedim, şimdi korkuyorum kar tanelerinden, içimize damlayan güneşten... Yine de bu tenhalığım, kılıksızlığımla pencereleri açtım, dinliyorum yol şarkılarına değen ihtimalini düşlerin...
Yorgunum senelerin adanmışlığından. Çiçek mevsimlerini kaçırışım bu yüzden..
Yitik bir nisan akşamından miras baş dönmem ve korkusu akşam renklerinin.
Avuçlarıma bırakılıp kaçılmış yıldızları asamıyorum ay dilimin etrafına, boyum yetişmiyor üflediğin gökyüzüne.
Korkuyorum..; Gitmekten. Kalmandan. Gitmenden. Kalmaktan.
İhtimalsiz emanetlerinden yalnızlığının.
Bu şehir nereye savurur kalbi delikleri..? Ben yirmi yıldır denize koşuyorum. Ait olduğum parklar bile gülüyor bu kirli büyüyüşüme ve utanıyorum tarihleri doldurduğum oyunlardaki rollerimden.
"Sokağındaki elektrik direğinden, kaldırım taşına kadar seviyorsun burayı, sahipleniyorsun..." demişti güzel bir kız. Çaresizliğimin ortaoyunu muydu bu, teslimiyetim mi, bu kalabalıktaki tenhalığım mı...
Acıtan ayrıntılarım var ve ağır küpelerim. Saatsiz sokağa çıkamazken, şimdi günlere taş sektiriyorum. Gidersem, başka şehirlerin saatlerini takacağım bileklerime, oraların mevsimlerine değecek sırtım ve o toprağın rüzgârı dağıtacak saçlarımı. Ve göç okşayacak bakışlarımızı.
Aitlik eklerini sevemiyorum nicedir.., gel ki alışayım 'biz'lere, 'bizim'lere... Şehirlere beraber açalım kalplerimizi, sonra acıtacaksa da iklimler, kalbimizin coğrafyasında ölürüz.
Bir kez inansak ortancaların renklerine, vapurların misafir olduğu sulara, ait olmayı düşlediğimiz şehirlere, yeşeren sessizliğin tomurcuklarına, filizlenen geceye...
Göç yollarındaki kuşların kanadına takılmış masal.., inanabilsek...
"..Birlikte gideceğimiz şehirler yuvamız olsun mu..."
Şehirler geçiyor, geçmiş zaman eklerinden. Ben sadece bir kaç yitik kelimeyle doğuruyorum haziran soluklarını, oysa şimdi yağmur bastıran kır düğünleri vardır, yaz gülleriyle kaplı...
Ben bu aralar sadece gitmeyi düşünüyorum ve bir o kadar da kalmayı. Hangi sokağa baksam stockholm sendromlu bir çocuk olarak buluyorum kendimi. Bu şehrin neresindeyim, sen ne kadarsın içimde... Kestiremiyorum kendi uçurumlarımı. Kalbimdeki deliğe, varlığımdaki sızıya kelimeler kesip, elbiseler dikemiyorum.
İnançsızlığım aldatmasın, fazla tutkulu, fazla tutuklu bir kadınım, ondan bu dağınıklığım..
Mazide içtiğim hüznü hâlâ sığdıramıyorum kadehlere. Mürekkebine gözyaşı karışmış hatıralarımı sararttığım defterleri çıkaramıyorum bakışımdan..
Ben hiç mevsimini bulmuş bir kadın olamadım. Ne yağmurlar, ne rüzgârlar... Hepsini makyajıma iliştirmek istedim, şimdi korkuyorum kar tanelerinden, içimize damlayan güneşten... Yine de bu tenhalığım, kılıksızlığımla pencereleri açtım, dinliyorum yol şarkılarına değen ihtimalini düşlerin...
Yorgunum senelerin adanmışlığından. Çiçek mevsimlerini kaçırışım bu yüzden..
Yitik bir nisan akşamından miras baş dönmem ve korkusu akşam renklerinin.
Avuçlarıma bırakılıp kaçılmış yıldızları asamıyorum ay dilimin etrafına, boyum yetişmiyor üflediğin gökyüzüne.
Korkuyorum..; Gitmekten. Kalmandan. Gitmenden. Kalmaktan.
İhtimalsiz emanetlerinden yalnızlığının.
Bu şehir nereye savurur kalbi delikleri..? Ben yirmi yıldır denize koşuyorum. Ait olduğum parklar bile gülüyor bu kirli büyüyüşüme ve utanıyorum tarihleri doldurduğum oyunlardaki rollerimden.
"Sokağındaki elektrik direğinden, kaldırım taşına kadar seviyorsun burayı, sahipleniyorsun..." demişti güzel bir kız. Çaresizliğimin ortaoyunu muydu bu, teslimiyetim mi, bu kalabalıktaki tenhalığım mı...
Acıtan ayrıntılarım var ve ağır küpelerim. Saatsiz sokağa çıkamazken, şimdi günlere taş sektiriyorum. Gidersem, başka şehirlerin saatlerini takacağım bileklerime, oraların mevsimlerine değecek sırtım ve o toprağın rüzgârı dağıtacak saçlarımı. Ve göç okşayacak bakışlarımızı.
Aitlik eklerini sevemiyorum nicedir.., gel ki alışayım 'biz'lere, 'bizim'lere... Şehirlere beraber açalım kalplerimizi, sonra acıtacaksa da iklimler, kalbimizin coğrafyasında ölürüz.
Bir kez inansak ortancaların renklerine, vapurların misafir olduğu sulara, ait olmayı düşlediğimiz şehirlere, yeşeren sessizliğin tomurcuklarına, filizlenen geceye...
Göç yollarındaki kuşların kanadına takılmış masal.., inanabilsek...
"..Birlikte gideceğimiz şehirler yuvamız olsun mu..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder