28 Aralık 2009

"..içinin seslerini, dünyanın seslerine feda ediyordu..."


"...
- Çıplak mısın?
- Üzerimde geceden başka bir şey yok!
- Demek gecenin elbisesi üzerinde.
- Evet.
- Çıkar onu.
- Gel sen çıkar.
- Çıkarırsam ışık olur.
- Olsun.
- Olursa bedenim kalmaz geriye.
- O zaman gece elbisesiyle gel!..."

12 Aralık 2009

yankı.



Ele gelmez olur gece... Dolunay zayıflar kaybettiği kanla. savaş yeri, gölgelerin ardı lacivert saatler.
Sorgusuzum nicedir, hapsedemediğim soluklar acır...
Tütsü yanmaz turunculuğunda alev seherlerin, kokmaz vals...
Ruh yok olur. Saklambaç yorgunu, menekşe tutuşlarım tebessümlerini..
Yolcuyum bu haritalarda, tozlu şarkılar arkamdan su döker..
Acıyan sevda kırıntılarıyla yıkandım sabaha karşı..
Ben hep gün doğumuna yakın buluşurum suyla. Su, günahkâr... Günah, rengi yitik portakal...
Kış başlangıçlarından kavanozlara dolduruyorum manzaralarını donuk sahillerin, pamuk helvacı yaralıdır.
Çocuksuz parklar koydular şehrime. Aitlik ekleri güler cümlelerime.
Zavallı bir kalem şimdi dudak izim... Unutulmaya meyilli aydınlıklardan doğanım, ölümüm kanda kızılcık şerbeti.
İncirsiz yazları doldurduğum bavulları attım taş sokaklara, buz kattım yokluğuna, çakmakta alev, ben öldüm. Yeşilsiz ve grisiz. Üç kere saydım adını.. Beşte üç tuttu oyun, kumarbazı oldum rakamsız gün islerinin.
Dağıttım saçlarımı, yandı deniz. Şehir. Sokak. Taş.
Soğuk yandı.
Ruhun odalarından seslendim, daha sonra, dedin.
Ben de uyudum, uyandım, öldüm sonra.

11 Aralık 2009


İnsanlar yaşamaktan bahsediyordu:
Portakal dalından,
Kuş kanadından,
Meyhaneden,
Hatta denizlerden.

E.Cansever

2 Aralık 2009

gece...


Saten rüyaların döküldüğü gerdanını, geceye boyadım dudaklarımla. Kaldık. Kar- an-lıkta buğusuyla iğde gözlerinin, kalakaldık. Kadeh kırdık kadife ılıklığına kelebek öpüşlerimizin. Sırtımdan belime inen, düzensiz kahve çekirdeği dalgalarımı imzalayan tırnaklarının hissi, seherde çiy... Döküldü. Sustu. Sessizlikte buldu. Yolu uzun mesafesizliklerden seslendim. Yankılandı çelimsiz duvarların ortasında, yakut mevsim. Gün batımında sarı tül bakışlarımdan kanatlanan dsoluğuna takılı kaldım. Rüya geçitlerinde çıplak bilek, dantel yaş... Kördüğüm bu değirmen saatleri... Uçuğa tuz bastı gidiş. Turuncunun bekâretini suya bıraktığı kramplarda doğdum. Var oluş, avucunda kelebek. Avucun, incir kokulu bahçeleri, hayalinde, ekmek kokusu... Yeşerik duruşunun yanında yetim bileklerim. Kanın damarı zorladığı inatla tut. Çarşafların dağınık, tenin sıcak olduğu serinliğinde, nakarat gibi yağmur baskını... Çek tetiği, namlusu ağzımda korkusunun lacivert saatlerin... Yastık izi suretim, öksüz; nefessizliğinde zamansızlığın... Tenhalara kurulmuş semt pazarlarından çaldığım çilek kokusu boynundan uçar, ikindilerinde masalların.. Güz isimleri sıraladım mısralarına, gonca gamzelerinin, elmacık kemiklerinden gölgelerini döktüm gökyüzü renklerinin... Şimdi mücevher bakışlarını çerçeveleyen siyahların dağılmış koyuluğuna eklenen kumru renklerine, akdenizin turunç kokusu siner... Kobalt maviliklere bırakıyorum biletini yalnızlığımın, deniz düşlerinin kıyısında mercana çalınmış dudakların, çatlaklarımı doldurur... Kadehime dol gecelerde, sonra da bırak gerdanından nefes nefese...

1 Aralık 2009

aralık öpüşü*


"...ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli..."