İsmini çivilemedim ve nefesini bilemedim metal nöbetlerle.. Kilit vurduğum ruh aralıkların hece ölçülerinden sıyrıldı.
Bacağımdan kayan parmaklarının arasından tadını yokladım.
Gözlerin kapalı, boynun açık, sırtın sıcak...
Teninde filiz süren dişlerim damarında soyunanla sevişiyor.
Tuzundan geçilmiyor. Deniz ben, tuz... Beden,tuz...
Kelepçeledim düşlerini, zangırdayan karyola tayfunlara dilenci..
Kölelerin sıra bekliyor gün doğumlarında, sehersiz inen ışıkla gelirim ben...
Yağmurla dolan anı, denizin koynuna atar, bir tatmin öyküsü yazarım, ucuz tükenmez kalemlerle...
Eteğimin altından zamansız imzanla ayı koynuma alır, güneşle aldatır, yıldızla perçinlerim.
Kırarım teker teker şişelerini, boy boy camlarını, paramparça vaatlerinle hem öksüz hem yetim bırakırım, arnavut kaldırımlarını doldurarak.
Kaldırımlardan taşarım, dumanına pustuğum izmaritler bileklerde söner...
Dudağından midene yol alan tatta cenazen düzülür, bohçasız gelecekler gibi...
Sahnelerini hatırlamadığım filmlerden bakışlar çalar, pusu kurarım avucundan, pantolon cebi derinliklerine..
Sustuğun şehvetengiz kalıbına akıtırım saçlarımı, kırmızı ruju tuzunla dağıtırım...
Cakalı renklerinden doğururum kendime yediveren, nefsine metal halkalar geçiririm..
Kudretinle titremez ellerim, köle kızıllarım sahibin olur, yeniden yaratılırsın şafak vakitlerinde...
İsmini unut şimdi, metal kokunu midene katıp, zeytinsiz gecelere ak, ve yitir anlamını nefeslerin.. Kuyusuz, susuz, taş, duvar, sağır nöbetlere muhtaç kal...
Zevkli bir oyun bu.
Gözlerin kapalı, boynun açık, sırtın sıcak...
Teninde filiz süren dişlerim damarında soyunanla sevişiyor.
Tuzundan geçilmiyor. Deniz ben, tuz... Beden,tuz...
Kelepçeledim düşlerini, zangırdayan karyola tayfunlara dilenci..
Kölelerin sıra bekliyor gün doğumlarında, sehersiz inen ışıkla gelirim ben...
Yağmurla dolan anı, denizin koynuna atar, bir tatmin öyküsü yazarım, ucuz tükenmez kalemlerle...
Eteğimin altından zamansız imzanla ayı koynuma alır, güneşle aldatır, yıldızla perçinlerim.
Kırarım teker teker şişelerini, boy boy camlarını, paramparça vaatlerinle hem öksüz hem yetim bırakırım, arnavut kaldırımlarını doldurarak.
Kaldırımlardan taşarım, dumanına pustuğum izmaritler bileklerde söner...
Dudağından midene yol alan tatta cenazen düzülür, bohçasız gelecekler gibi...
Sahnelerini hatırlamadığım filmlerden bakışlar çalar, pusu kurarım avucundan, pantolon cebi derinliklerine..
Sustuğun şehvetengiz kalıbına akıtırım saçlarımı, kırmızı ruju tuzunla dağıtırım...
Cakalı renklerinden doğururum kendime yediveren, nefsine metal halkalar geçiririm..
Kudretinle titremez ellerim, köle kızıllarım sahibin olur, yeniden yaratılırsın şafak vakitlerinde...
İsmini unut şimdi, metal kokunu midene katıp, zeytinsiz gecelere ak, ve yitir anlamını nefeslerin.. Kuyusuz, susuz, taş, duvar, sağır nöbetlere muhtaç kal...
Zevkli bir oyun bu.
Hadi oyna.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder