1 Mayıs 2009

34 u 442


“..Karla kaplanmaz gece; suskunluğuna çareler arıyorsun. Sana beyaz bir kadın olduğumu söylememiş miydim… Böyle yaparsan, kandırırsan beni, bütün gecelerini kapatırım dememiş miydim… Bütün günahları işledik, halâ yalan konuşuyoruz. Belki anlamıyorum, aman tanrım, gerçekten sevmiyorsun beni. Ölme!...Karşı gelmek ve ağlamak için sana ihtiyacım var. Aşkım, demiştim sana: nasıl da isyan edemedin. Sana ihtiyacım var; bütün yenildiğimi duyacağım sabahlar için. Üzülme!... Uyurum ve her şey geçer.

.. Senin gecelerini kar kaplamasa, benim gecelerimi yanıtsızlık…

.. Ya yarın yağmur yağmazsa, mesela hiç yağmazsa yağmur senin yazabildiğin ana kadar… Yarına kadar olan güneşe sarılma isteğine aşkımla karşı çıkıyorum. Korkularının en saf olanını bile affetmez gerçek kadınlar. Hayatsa seni korumaya hazırdır, beni senden savurmaya… Niye elini vermiyorsun…

Ah eğilimliydik ölmeye… ah eğilimliydik çok sevişmeye.. ah niye ağladığımı bir bulabilsem… Milyonlarca yıl var mı… Hadi doğruyu söyle, çünkü seni en son ve gerçekten sevdim. Manâlıdır bütün kederlerim, sen neşelerle oyalan… Ben neşeden hayat yaparmış gibi dikiş dikmek istiyorum…

Bana kızma, sadece sevilmek istedim.

Dışarıda güneş vardı.

Sana beni al diye yazıyorum. Koru, öp ve sarıldığında kollarının titrediğini gizleme diye.

Kırgınlık anlaşılır, acı anlaşılmaz. Senden daha iyi yazıyorum, dedi en son. “Bir gece evim yanmıştı; mavi suların doldurduğu bir banyoda seni aramıştım…” Ve dolapların içinde beyaz papatyadan tokamı arıyordum ki, bu asla anlaşılmazdı. Beni bu ana götürüyor birbirimize söyleyemeyeceklerimiz. Sana hep aynı rüyayı mı anımsatacaktı istasyonlar. Durmadın..., çarmıha gerilmiş bir yalnızlıkta; kaskatı… inip çıkan, kör… ama sen durmadın. Biz hepsinden daha azdık ve birbirimize rastlayınca korktuk…

Çok içme, dedi bana… Yoksa kötü düşler görürsün. Suçlu ve yalnız kalırım karanlığın ortasında. Elini tutamam ve notaların hepsi kurşun gibi batar kalbimize.

Sevdiğim şarkılar çalıyor ve her an ağlayabilirmişsin gibi geliyor bana. Orada keşke deniz olsaydı, diyorum.

Ayrılırken sana hiçbir şey anlatmadım.

Duracak ve bir kadeh gibi kırılan kalbini hissedeceksin, direksiyona yapışan ellerimden kayıp, gözyaşlarını yollara dökeceksin diye…

Acımasızlığını son patikada bırakmıştın, durgun bir nehir için her şeyi unutmayı seçtin. Bir gün sadece seni öpmeyi unuttuğum için geri döneceğim. Sana devrim için söylenmiş en güzel şarkıları söylemek için.

Şaşırıp yine acımasız ve çocuk olacaksın…

Burada ya da orada, kuzeyde ya da güneyde, bize kollarıyla sarılan tek gerçeğin “sarılmak” olduğunu… Kim ve ne zaman; küçük- kırmızı- bir- balık-…

Küçük güneşim. Zaman dur durak bilmeden eteklerinden sonbaharları süpürüyorken sana yine o bildik şarkıyı söyler, saçlarına, hani tıpkı o son cümledeki gibi, diyerek sarılırım…

Gözlerinde kırmızı balıklar yüzer. Durur, aşkın anlaşılamamak olduğunu söylerim…

Yazmak, şarkı söylemekten daha farklı. Çünkü şarkı söylemek affediyor her şeyi, yazmaksa öç alıyor.

Yazmak her şeyi göze almaktır sevgilim. Şarkı söylemek beş metre yükseklikten aldattığının acısını duymaktır.

Sevgilim, kestane dolu zarfların içine birazcık deniz kumu ve deniz yıldızı koy. Romeo Jülyet yazılı sigara tablası. Ve bu aşkı kendim için yaşadım diye kızma bana… seni özlemelerinin arasında, Paris’e götür beni, resimlere bakalım.

;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;;Sakın arkana bakma, yaşam adaletli değil. Uzakta gülüyor gözyaşların, ama yeterince hızlı koşamıyorsun… Ve sanırım sen beni öpmeyi unuttunç

Aynı yerde buluşursak, aynı saatte… Baba, kırmızı balıkların gözyaşları mı denizler.

Artık mektup yazamayacağım sevgilim. Aşkım değil, sana anlatacaklarım bitti. Ben aşığım, ben kötüyüm, ben çocuğum sevgilim, diye yalvarıyorum ama halâ başka bir kadını sevmekte diretiyorsun. Bir prenses ya da bir anarşist olmaktan çoktan vazgeçmiştim, hep kandırdım seni. Dün, pazarda dolaşırken kestane kasasına dalıp gitmişse gözlerin, o kestane kasası kadar inanmalısın bana. Elinde bir marul demeti tutan kırmızı mantolu küçük kıza adını sorarken, saçlarını okşamaya uzanırken avucunun içinde sakladığı kestanesiyle, bu hayat bizle ilgili nasıl bir işaret veriyor sana.

Sevgilim………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….

Ben, buruşmuş çarşaflar arasında yüzü kestane ağaçlarına dönük bir kadınım. Alın yazımı tüketen o öpüşe bir kentin adını ve ömrümü verdim. Tüm karşı çıkışların yutulduğu kayalıkta bir deniz kabuğu gibi kapanmış sallanırken, nabzımı yoklayan bir gölgenin içine düştüm. Gökyüzüne uzandıkça kesilen kollarım dokunabileceği bir aşkı yeniden istiyor; sadece bana anlatman için başkalarından duymadığım o rengi… Ve şimdi ruhum çözülerek akıyor boğazın sularına. Oysa hala kıyıdan kırık kalpler fırlatıp dalga bekleyen küçük bir kızım. Beni anla, diye yazıyorum tüm bunları; seni düşündüğüm gibi, beş gün beş gece oku ve yanıt ver diye çırpınışlarıma…Ama ne zor derinliğin içinde büyümesi onca mercan balığının. Gözleri görmeyen bir kadere, aşkın onu yendiğini nasıl itiraf etmeli… Bende ve sende incinecek bir duyguyu yalın ve kederli ellerimizle nasıl yaşatmalı…

Belki de sadece bir dakika için güneşsiz ve akasyasız bu şehrin serinliği. O bir dakikalık hükümdarlık için ne savaşlar kazandım ve ne yenilgiler gördüm. Bağışladım tüm sessizlikleri; acı tanıdığım tek dosttu çünkü. Bağışladım ve çölü içimde yürürken denizlerini emanet aldım.

Gel ve sakın korkma. Aydınlıkta ne varsa karanlıkta da o vardır.

Sen hiç ayağına düşen gölgene acıdın mı…

Benimle birlikte kucaklayabilir misin geceyi… sadece beni sevdiğini söylememek için kendini sakınarak, ayaklarıma apansız düşeceğinden korkarak…

Ben seni bekleyebilirim, el sallayarak tüm gidişlerine… Kalbimde biriktirerek tren seslerini… Bilirim, kendini vurduğunda kırılacak pencerelerim.

Denizin dudaklarıma değen sesi, tüm imgeleri Yörük havasının seyrine döktü. Şehirlerin aman vermediği bir kadınım şimdi… Sana dönmemin bile ayrılık olduğu bir vadide, kanatlarına çarparak eriyen el sallayışlarıyım.

Ben sadece vaatlerle dolu bir kadınım. Uzaklarsa sahip olduğum tek şey. Hoşça kal demek için öpersen, gökyüzünün bana doğru düştüğünü hissedersin. Ve son bir düş için seni mahkum edebilirim sayfalarımda yaşamaya.

Bak, yavaşça dönüyorum görünmeyen köprülerin ayaklarını inşa ederken. Ben mevsimleri birbirine katan rüzgârım. Bir kadınım, tek başına kayabileceği batı dalgalarını bekleyen…

Yoksa çok mu erkendi sığınmam bu kuytu limana. Hep yalnız titreyen bu kadına ne verebilirsin ki?!.. Ruhum yazdıklarıma yenik düşüyor, yırtıp atamıyorum onları. Sadece seni sevmiş olabilirim…

Bir gün beni sevmekten vazgeçersen, arzularını gözlerinin yalımlı çevresine atmaktan vazgeçersen; titreyen sesinle “ben sensiz ne yapacağım” dersen, çantamdaki trenin sesini duymaya çalış. İkimize ait olan tüm bu sesleri içine al ve denize git!..

Hep.”

U.U

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder