28 Kasım 2006

21 Kasım 2006

Hiç inilmemiş bir kuyuydu dehlizlerimde zaman. Karanlık, ıslak, kuytu.. Güneşin kendini nazlı nazlı dokundurduğu bahar sabahlarının, gölgeler ardından cilveleşmesi…

İçemediğim suların güzelliğine takmıştı gözlerini… Susayan şehirler ve insanlardan uzakta. Yarıda kalan bir yürüyüşün sayılı adımlarına gizlenmişti derinliklerindeki mavi. Deniz ve gökyüzünü birbirine dolamıştı ressam, bilmeden tablosuna gözlerin saplanacağını.

Eski bir filmden kalma kareydi, öpüşler. Kuytularımda cirit atan heyecanlar… Seni nazlanan ritimler, coşkuyla ürpertiyle dolduruyordu gönlümü. İlkokul sıralarından kalma ucu yırtık çizgili defter sayfasına karalı birkaç mısrada…

Dünümün ve yarınımın çıkmazlarında, gözlerimden dökülen birkaç damla aşk, geride yalnızlık var. Coşku dolu konvoyların ardından sürüklenen bir dalga, puslu…

Ezemediğim birkaç filize yüklenmiş özlem.. Senin sustuğun, benim soluduğum sahnelerdi. Senin geçtiğin, benim kaldığım… Ömrümün menekşe kokulu arnavut kaldırımlarına yüklediğim seksek oyunu..

Senin soluduğun, benim soluğumu tükettiğim…

10 Kasım 2006

"o günbatımında karanlığın bu kadar uzun süreceğini hiç birimiz bilmiyorduk..."

Bir takılı kalmışlıktı, gözbebeklerine çakılı zaman. Senden gidenlerle benden aldıklarının toplamı bir koca dört mevsim. Renklerini yitiren akşamsefalarının alamadığım kokusunda yaşlanan geceler, yaşlanan gözlerle. Bir damla, fazlası sellere karıştı...
Çoktan işlemeye başladığın cinayetin oyasına takılı kalmış, ölümünün ahşap kapısında bir aralanmışlık... Sürüklediğin aynaya çakılmış renklerin. Aklını oynatan bir mavilik, saçlarına goncalar taktığın kadının gözleri.
Bende akşam, günün dayanamadığı sınırlarla kaplı. Yoğunluğu 'kavuniçi'ye çalar, söyledikleri usuldan bir şiir, seversin sen de 'Ben Daha Ölmedim Anne'... Değişmeyen bir ses kırıntısına takılı kalmış düğümün.
İçini acıtıyorsa hayat, gözyaşları yakıyorsa kalbini yıldızlardan bir geçit var gözlerinin erişebildiği en yüksek noktada. Sana gösteriyor sırrın, çözülmemişliğin saklanan perdesinin ardından kutupyıldızı...
Suya yazdığım yazıların sağlamasıydı dokunuş... Renklerin birbirine dolanıp içinin ılıklığına ılıklık katması... Parmaklarının ardından uçan bir hayata yüklüydü gözbebeklerin. Sustum, gecenin yorulduğu, şehrin susadığı saatlerdi.. Ve sadece izledim gökyüzünden, gözlerinin ulaşabildiği noktadan, hayatı ve ardında bıraktıklarını, çığlığı...

4 Kasım 2006



Gözbebeklerinden taşan koyu hıçkırığın saplanmasıydı kağıda, içimi acıtan keskinlik.
Sustuğum yağmur damlalarını içiyordu gece. Beklenenin elime kondurduğu bir yumuşak, ufak gonca gibi.
Sükûnetin sınırında sessizliğimin tıka basa doldurduğu huzursuz bir ruhtu benimkisi. Elinde kalemini saklayan bir yaramaz, geçimsiz.
Fırtınalarını saçıp, ilerliyordu gecede yalnızlık.
Tutunacağım düğümlerden usanmış loş sokaklar Loş sokaklarda cılızdan bir sarılık. Kendinden geçen gece bitkilerine rağmen, eskimeyen, kendini tekrar eden,” nakarat gibi” bir yağmur, sokakları döven. Dudakları hırpalamadan , usuldan ıslatıp geçen…
Bir deniz kabuğuydu yüreğinden ıslak kaldırıma düşen. Küçük bir minare. Denizyıldızları takmıştın saçlarına, korkunun gözlerine saplı kaldığı kadınının… Ve insanın içini okşayan samyeline karşı, kumdan kaleler yaparken “who can say where the road goes, where the day flows, only time…” Zamana yenik düşen savaşçılardık günebakanlar arasında. Kalbinin, zamanla gerçek arasına sıkıştığı, yol verdiği sızıydı akşamsefalarının ölümü gün doğumunda… Ben-sizliğin haritasında ilerlerken, kıvrımlarımdan geçerek sevmek ben-sizliği. Usuldan gamzeme saçtığın güllerinle… Sonbaharına hoş geldin..

3 Kasım 2006

"Sweet November" - Ayların en utangacı, en zarifi...

"Kasım" hoş geldin... Seni çok özledi Kırmızılar Morlar... Seni çok özledi renkler. Şarkılarını, esintini, utangaç bakışlarını çok özledik...