3 Haziran 2020

saklı tarif


Eller... Ellerin verdiği güç. Ellerin değiştirdiği madde. Ellerle biçimlenen malzeme. Buradan mı başlamalı bir tarife?
Yoksa duyguların mise en place'ından mı?
Her birinde farklı bir hissin coşkunluğuna kapıldığım bir sürü damak oynaşması...

Gizliyorum hepsini aslında, ama bazı iletilemeyen duygular için ya da anlar, anılar.., ortak bir dil yaratabiliriz belki ve benim içimde patlayan havai fişekler bir başka kıyıda bir renk cümbüşü yaratabilir. Olamaz mı...

Havai fişek değil tabii o; portakal. Avuçlarına çarpa çarpa ısınmış, erimiş, kakaosuna doygun bir çikolatanın içinde patlayan turuncu zerrecikler.
Biraz çocukluk, biraz şefkat..; illa ki yumuşacık bir muz kokusu.
Azıcık da heyecan; kıtırtılı, çıtırtılı. Her lokmanda dilinin teklifsizce arayıp bulmak isteyeceği.

Her şeyin dilde ve yayıldığı tüm uzuvlarda biraz tutkun ve edepsiz ve şehvetengiz olmasını seviyorum.
Bir akşamüstünde, rüzgârın gelip bilek içlerimi öpüşünü, usulca gıdıklayışını hatırlıyorum. 
Bu insanı keşfe iten, maceracı ruhunu dürtükleyen, bir yerden atlamak üzereyken merakına kapılıp uçmasını sağlayan his: Vişne bahçesi.

Neye, nereden başlayacağımı bilmiyorum ama duygusunda yaşayıp, duygusunu avuçladığımız şeylerin tadını kazımak istiyorum bütün dünlere. 
Dişlerin arasından taşmak. 
Soğuk ısırıklar bırakmak düşülen tarihlere ya da yekten, üzerinden buharı tüten, kavruk, akışkan eriyişlere katmak çoğulluğu.

Bu belki bir özlemin, belki bir zaafın, belki koyu bir gecenin, belki neşeli bir fotoğrafın parçası olmaktır.
Yaşamın içgüdüsel anlarından taşmaktır.
Aldığın nefese, avuçladığın hamura, heyecandan patlayan kalbine değendir.

Bu belki de hayatın büyülü bir yanını keşfedip içine usulca, bir fiske tuz atmaktır. 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder