29 Ocak 2018

blush*


Sırtını dönüp gittiğin şeylerin de ağırlığı var. Oradan, hafif adımlarla uçarı bir ilerleyişte olduğumu sanabilirsin; öyle değil.
Sokakların arasından geçerken zaman çelme takıyor. 
Kalabalıklar arasında, gözlerimi alıyor ışıklı levhaların değişmiş yazıları. Kalbim kör oluyor. 
En sevdiğim ne varsa üç ayda değişmiş gibi. 
Sanki çıkmaz sokaklara geçitler, sonsuz sahillere taş duvarlar eklenmiş.

Canımı en çok, kendimi büyüttüğüm yerlere yabancılaşmak yakıyor. Kendimi, çocukluğumu, sevgimi, aşkımı, kavgalarımı, içimi, mücadelemi, yerleşikliğimi, göçebeliğimi büyüttüğüm yerler...

Perçinlendi cumartesisizlik. 
Avucumun içi gibi olan sokakların kıvrımlandığı yerde, bakışına yoklukla çarpmak... 
Her zamanki gibi, hiç olmamış gibi. Hiçbir zamanda takılı kalmış gibi. 
Yeni bir ben.. Bir dondurmacının arkasından ağladı ağlayacak halimle, artık kiminle dondurma yiyeceğimi bilemediğim halimle. Öyle cumartesisiz. 
O yüzden, alıp herkesten saklamak istediğim bir "yerde buluş" anıydı o. Kimse görmeden hızlıca alıp cebime saklarsam hep benim olurdu belki. Herkesten habersiz ve ezelden beri bendeymiş gibi.

Sevdiğim sinema salonunun, sevdiğim sokakların, sevdiğim günlerin arasında öyle sevmiyorken bir şeyleri.. Evini bulmak gibi. O ana, penceremdeki sklamen şahit olsa aniden patlatırdı haftalardır doğuramadığı çiçeğini. Yemin edebilirim buna..

Ne yaşadım, nereye ne ayırdım, nasıl bir yaşantı kurdum diye düşünürken kapkara tüyleri ve tek gözüyle kızımızın eve dönüşüyle iyice fallandı falım. Sanki üç aydır yoktu. Sanki ağlayamadığım her şeyi bırakmam için bir kuyruk darbesi yetecekti ki; göğüs kafesime sıkışan ne varsa ittirdi. Ellerimin ısınmazlığını karaladı. Isındırdı yaşamaya. Hikâyeye.

Bazen yetmiyor, ne yaparsan yap, ne kadar güçlenirsen güçlen, kendini ne kadar çoğaltırsan çoğalt, bütün sessizliği ne kadar doldurursan doldur, yetmiyor. 
Bazen bütün hikâye; bizzat senin hikâyen, o kadar sen yetişemeden serim, düğüm, çözüm ki. 
Bitince.. Ve üzerinden binmediğin vapurlar geçince, pastanelerde aradığımız çörekler hiç eksilmez olunca, sevdiğim tüm sokaklar yağmursuz kalınca, eskiyince, her şey eskiyince, bir tek o zaman anlıyorsun yazamadığını. Beceremediğini. Dünyayı değştiremediğini. 
Başka türlü bir şey olacakken kentsel dönüşüme yenik bir şeye dönüştüğünü..

Her şey inançsızlıktan..
Hiçbir hikâyemde sonu değiştirebileceğime inanmadım. 
Ben.

Haklıydın, haklıydınız.
Güneşin her geceyi aydınlatacağına dair verdiği ve bir an olsun tutmaktan vazgeçmediği söz kadar haklıydınız.

Ama kalem, korkak bir elde asla durmuyor.
Ben inanmadım, o durmadı.

...


"Ben, birlikte kıyıya sürüklediğimiz kayıktan
saflığımı ve sabrımı aldım tek
kalanları kumsala göm sen de 
yaz boyunca
nasılsa her keder eksilir 
kendini doldurarak

sardunyalarla konuşarak çoğalttım
aramızdaki ayrılığı
sayarak çoğalttım günleri tamamladım
kirpiklerimin arasına çektiğim tülde
yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor
oysa kimse yokmuş dışarda
içim dışıma vuruyor

sardunyalara su vermekle unutamadığımız
şeymiş aşk:
alnından bir günaydın gibi düşürdüğüm sabah,
sağ yanımda unuttuğun keder."

2 yorum:

  1. Zor...
    Çok zor bir nefes alış verişin var.
    Geçmiş olsun.

    YanıtlaSil