27 Kasım 2017

-se eğer?


Kalabalıklar, sicim gibi yağan hayatlar...
Akıyor zaman, herkesin yelkovanı birbiriyle yarışta. 
Geçiyor salılar, perşembeler...
Bir cumartesiyi yediverenlerle donatabilme ihtimali için yaşanıyorlar, "bitsin" diye diye..

İçine uyandığımız bir gün için sabırsızlanalı uzun zaman olmuş gibi. 
Fotokopiden çıkma haftalar peşi sıra ekleniyor yaşımıza. Mevsimleri kaçırışımı manav tezgâhlarından izliyorum. Pencere önünde, bir inat yaşatmaya çalıştığım sklamenlerin tomurcuklarına tutunduruyorum yarını.

Dengesiz bir masada, karşıma oturup alın çizgilerimden, dudak kenarlarımdan bir geleceğe yol bulmayan çalışan kadının sesine yaslanıyorum. 

Bitirip başladığımız her yeni gün kendi hikâyesini yazıyor mu, artık emin değilim. Belki bir yerde, bağlamını yitirerek yıllanmak tam da bu inançsızlıktan.

En çok "boş ver" cümlesiyle uğraşamıyorum bu aralar. Günler, öyle kendi kurmacasına sadık ilerliyor ki zaten her şeyi boş vere boş vere, ben hiçbir şeyi boş vermek istemiyorum.

Önemsemek, sulamak, büyütmek. 
Büyütmek istiyorum karşılaşmaları, bekleyişleri, bitişleri, başlangıçları, içine susulan ayları, çok konuşulan yılları, kaçan bakışları, teslim oluşları, olasılıkları, olasılıktan taşmış olanları.

Yaşamayı tercih ettiğin, yaşamayı tercih ettiğim şeyi konuşmak, dinlemek ve sevmemek istiyorum. 
Sevmeyişimi büyütmek istiyorum. Boş verilmiş, yitirilmiş cümleler arasında, kaçırılan bir an, anı olmak değil..

İçime sızan, gerdanımdan düşen, sırtımı üşüten vapur rüzgârından bahsetmek istiyorum. Sevdiğim sokakların değişiminden, bu başkalaşımın içimi üzen renklerinden.
Altını çizdiğim cümlelerin -olur da ararsan- fihristte hangi numaralara denk geldiğini öğrenmeni istiyorum.

Olmuyor. 

Sessizliğin yankısı şakaklarımda patlıyor. Yok saymanın. Boş vermenin normalleşmesinin.

Ne beni, ne seni, ne köşedeki tekeli, ne dün, uğruna büyüdüklerimi, ne vicdanımı, ne iyi biri olamamalarımı, ne sustuklarımı, bağırdıklarımı, hoyratlığımı, dinginliğimle öldürdüklerimi, soğukkanlı bekleyişlerimi, kabına sığmaz heyecanlarımı, aşık olduklarımı, kilitli defterlerimi... 

Hiçbir şeyi unutmak da, yok etmek de, tıp oynamak da istemiyorum.

Aldığım nefesin, aldığın nefes olduğunu boş vermeni, boş vermek istemiyorum.

Rüyayla gerçeği birbirine geçirdiğimiz şu ömrün ağaçlarını saymayışımızı da...

Bazı şarkılar, sözcükler, bazı yollar, pencereler, eller, uykular, biralar, garlar ve çatılar boş verilemeyecek kadar doluysa ve ben bunu görmezlikten gelemiyorsam, sen de gelme, o da gelmesin ve hiç kimse.

Zaman dar, günler kısa ömürlü, dün gerçek.
- belki de rüya..
Rüya da bir gerçek-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder