17 Kasım 2017

konuşmalar'


"Biliyor musun (biliyorsun tabii), ben içimi seyretmekten hiç vazgeçemedim, bundan çok sıkıldığım halde, bazen kendi kendime katlanamadığım halde. Bazen içim şişiyor, tıpkı bir balon gibi, şişip şişip patlamak ve ağzımdan burnumdan kaçıp gitmek istiyor. Gözlerimi kapatıyorum, başka manzaralar görmek için. Televizyonu açıyorum, unutmak ve izlememek için. Bazen oluyor, bazen de... İşte o zaman o kadar sıkılıyorum ki kendimden. İçini izlemenin sonu yok çünkü. Var, hiçlik. Sonu hiçlik. Anlamsız bir boşluk. Dün okuduğum kitaptaki şu cümle diye düşünmeye başlıyorum, hayat böyle bi şey miydi gençken diye devam ediyorum, kadınlık- annelik- yaşlılık diye uzatıyorum içime bakmayı, hayallerim ve hayatım noktasına geldim miydi aklımın alamayacağı kocaman bir boşluk gelip dikiliyor karşıma. Güm! Bir gün hepsi bitecek. Ne ben, ne hayaller, ne şu kafamın içini patlatırcasına dolduran düşünceler, kalbimi delip akacak gibi kuvvetle akan duygular, ne ben, ne hayat, ne ben, ne hayat... Ya sonra? İliğimi kemiğimi ısıtıp beni keyifli  bir kedi gibi miskinleştiren bu güneş yine doğacak, bu insanı deli eden mehtap yine göz kırpacak karanlığa, sıcak bir bardak çayın buharı kızarmış ekmeğin kokusuna karışacak... Bense yok olacağım. Yığılıp düşecek gibi oluyorum o zaman. Kalbim hızla çarpmaya başlıyor. Dur. Tamam, artık düşünme. Bitti Ne yapıyordum ben, şu böreği fırına atayım, bir de kakaolu kek yapayım bari..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder