4 Ocak 2016

bağcıklardan..


Zamana inanmıyorum. Zamanın ömürlerimizi çevreleyen bir sadakate sahip olduğunu, bunu umursadığını da sanmıyorum. İleri geri, bir o yana, bir bu yana savrularak, sonunda cansız kaldığımız bir süreç. 
Bir şeyler hep var, bir şeyler hiç yok. 

Giyinip süslenerek karşıladığımız tarihleri  sol yanımızda biriktirdikçe, özgürleşmek zorlaşıyor. Zaten içine sığmak zorunda olduğumuz zaman nanesi hayatlarımızın bileğine kelepçeyi takıveriyor. Anılar insanı esir ediyor. Biriktirdiğimiz her şey cinayetimiz için elbirliğiyle plan programı yapıyor. Bir intihar girişimi belki de bu. Kendimizi öyle korunmasız bırakıverdiğimiz mutlu anların sinsiliği. Kendi kendimizi zaaflarımızla, mutluluklarımızla öldürüyoruz. 

"Bağlanma" diye başladığımız her şeye kendimizi adadık. Kaçtığımız her şeyin etrafında dönmeye başladık. Unutmamız gereken her şeyi, hiç geçmeyen rüyalara taşıdık.

Anahtarları ortak çatılar altında, cevapsız tıklatmalara dönüşen bir şeyler varken, zamanın iyileştiriciliği üzerine Pollyanna kurguları sıralayamıyorum.

Temmuzdan bu yana değişen ne varsa, temmuza kadar kendini baştan yazacak. Sonra dönüp bakınca, bakarsa, bir geriye dönüş hikâyesinin başında bulacak kendini. Sızlayacak yaz. Geçen on bir yazın sızı biriktirmekten ibaret olduğu tokat gibi çarpacak ömrüne. Aynalarda gördüğün tüm suretlerini baştan öğreneceksin.  Öğrene öğrene, aslında üzerine senelerce zaaflarından, bir başkasıyla bir aitlikten makyajlar yaptığını göreceksin. 

Zamana inanmıyorum. Bir şeyin her koşulda  mutlu ederse mutlu bir varlığı olabileceğini, öyle kalabileceğini öğrendim. Çok kötü ve yıkkın zamanlarda bile kalp pencereden sızan bir güneş var ya, ondan söz ediyorum. 

Kelimelerle çekidüzen verilen zamanın aldatıcılığı...
Zaman yalanına, çalışarak katılmak. 

Öldürüyorsun, öldürüyorum, öldürüyoruz.

Hayat zamanımın işgaliyle ilgili bol davrandıysam, davranıyorsam da..,
kalbim seni asla affetmeyecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder