10 Kasım 2015

sız.


Koku özlemek.
En çaresiz kaldığım an bu.
Üstesinden gelmesem de, gelebileceğimi bildiğim bir şeyler var. Bu dahil değil.
Anımsadığım, anımsayamamaktan ürktüğüm bütün manzaralara sinmiş o kokular, her şeyi tersyüz ediyor.
İrade, güç, gurur, kararlılık..; hepsi birer zavallılığa dönüşüyor.
Sesler sözleri, sözler hareketi çağırırken, kokular taşınmak için bir şey beklemiyor; bir kez yanında nefes almış olmaktan başka. 
Korkutucu bir güç. Ten, kendince özerkliğini ilan ediyor sosyal kimliğini ve diğer tüm teferruatlarını yırtıp atıp.  Karşısındaki canlıya, hiç "Ayıp olur mu?" demeden, utanmadan sıkılmadan, "Onun tarihinde yerim olmalı mı..?", "Belki de sakınmalıyım?!" demeden, öylece ortalığa saçıyor en görkemli varlığını.
Birçok şeyi yıkıp geçebilecek bir kudretten söz ediyorum. Dile getirilmesi, getirilmemesi çıldırtıcı bir bastırılma. Sanki hayat parmağının ucunda da tam dokunacağın an fark ediyorsun arada cam olduğunu. Tam yanacaksın, yanmaya gönüllüsün, kişiliksiz bir ılıklık düşüyor parmak ucuna. Hücre hücre yayılacak bir şey beklerken, sus. Alevini dindir. Koku alma. Ya da şelâleler gibi akıt, görsün ölümsüzlüğünü. 
Unutumadığın anlar var, -ı harfi almadan yüceleşmiş zaman parçaları. 
Bir kış parçası, gece yarısı, koskocaman buz kaplı bir boşlukta baş başa kaldığın, evin olduğunu hissettiğin, evin yapacağını bildiğin bir koku. 
Başka bir şehir. Pembe, mor, mavi ve siyahın birbirinin içinde dağıldığı bir bar. Gözlerini diktiğin noktadan seni çekip alacağından öyle eminsin, öyle eminsin ki üstünden başından ayaza inat güller dökülüyor, dönüp toplayamıyorsun. Kalabalıkta seni bulacağını bildiğin bir koku.
Bir vapur dağılışı, bir mağaza vitrini. Yaşını dağlayan, üzerine çok toprak attığını düşündüğün ölü bir yerinde incecik bir sızı. Hayretini senelerce yok edemediğin, kendi kendini terk edişinin kâğıt kesiği. Adaletin neyin temeli olduğunu sıkça düşündüren, bir şeyi unutamayacak olduğunu bilmenin esareti. Esaretin kokusu. 
Şimdi "benimle yan" diyen güneşli kış arifesi sabahlara nasıl da karşı koymak istiyorsun.
Burnunun direğine bir yenisini eklemekten ödün kopuyor. Ömründe kaç seneye sineceğini kestiremediğin o yeni kokudan köşe bucak kaçmak istiyorsun. Unutamadığın kokularda, çoktan kayıp ilanların sararıp solmuş, yırtılıp koparılmışken, hâlâ oralardan bir şeyle çekilmenin arzusundayken nasıl da şaşkınsın bu kapı zili karşısında.
"Kaç kızım" diyorsun ya kendine, yarıyor mu işe?
Duruyor mu zaman, mevsim vazgeçiyor mu senden?
Hadi oradan.
Eklene eklene soyunuyor, çoğala çoğala ölüyorsun işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder