18 Şubat 2015

Şehirde. Gece yarısı.*


Sevdiğim, sevebildiğim şeylerden bir akşam. Bir kış manzarasının içinde oturduğu bir İstanbul kartpostalı. Her şeyin başladığı yerde başlayan başka hikâyeler. Sofraya müziği düşen insanlar var. Geceye de nefesi. Tekeri döndükçe kelimeleri yakalamak istediğin yollar. Geçen yollar ve mola vermeye razı olduğun duraklar. Belki de "iyi ki" duraklar. Razı olmak değil, bile isteye "Elimi tut ve bekleyelim gelecek otobüsleri" dediğin. Hiç değilse diyebileceğin. Beğendiğimiz yerleri seçmemize olanak tanıyacak haritalar ve geri dönmemekten gocunmayacağımız duraklar. Belki zamanla durak olmaktan çıkacak koordinatlar..

Kelimeler var. Dışarıdaki bir şehir boyu ayazı, içerinin tutuşma eşiğindeki kibritlerine yaklaştıran.
Sonu gelmeyen, yan yana noktalarını bağladığı sessizliklerden şiirler kuran kelimeler.
Şiire inanmak içsel bir devrimken, iki kişi şiire inanmak çoğul ve örgütlü bir aşka dönüşüyor. Şiirin kendi gücüne güç kattığı salaş meydanlar var. Buğulu bir şeye yaslanıyor korkulukları. Bulutlu bir tınıyla, usuldan yürüyor. 

Sonra sokaklar unutulmuyor mesela. Unutulmuyor ve unutmuyor. Aynı sokaktan her seferinde farklı bir anı dikiyorsun kalbine, belki de hiç ısınmayan o avuçlarına. Bunu yapabiliyorsun. Şaşırıyorsun sonra, tozunu aldığın dünlerine. Dünün yarınına el koymuyor bazen. Koyduğu zamanlara kırılıyorsun, buruluyorsun buna şahit olunca.
Bazen de yapabildiklerin, yapabileceklerine "acaba"lar ekliyor. Sevmiyorsun o zaman geride biriken şeyleri. Bazen kendi kendine, her birini yürekten sevdiğin, üst üste dizdiğin o taş kulesine tekme atmak istiyorsun.

Neyin çelme taktığını bilmediğin saatler de oluyor. Öyle akışındayken, öyle sol kolundan ağırlığını çıkarıp atmışken, bir de bakıyorsun tersine akmaya başlamış sular. İsmine dönüp, kaderini incelemeye koyuluyorsun yine.

Bir gün anlam veremediğin bütün şeyleri birbiriyle öpüştürdüğünde, anlamlı bir ortalama, izi kalan bir sevişme olacak mı bekliyorsun.
Bekliyorsun, bekliyorsun, bekliyorsun.
Sabretmediğini söyleyen her sese, minicik ve kaçması çok mümkün anlardan bahsede bahsede karşı duruyorsun.

Gülümsemesinden hoşlandığın insanları kaybetme korkun bazen bir hayatı devirip geçiyor, farkında mısın. Ama gülümsemek ve o gülümsemeyi uzun uzun seyredebilmek anları belki de bir hayattır zaten..? Düşünmüyorlar mı bunu? Kırılıyorsun bu işe.

Güzel ve küçük yutkunmaları toparlayıp, onlardan sekseğine taş yapmak istiyorsun.Yolunu biliyorsun da, kan revan içinde kalmış dizlerini güzel bulmadığın geliyor belki aklına, epeyce eskimeye yüz tutmuş bir yerlerden.

Korkunun üçüncü şahıslara vardığını söyleyen şeyi boşveremiyorsun. Gönül bağının kopmasından mı korkuyorsun? Yenisini bağlayamamaktan belki?

Her şeyden ne de çok korkuyorsun.

İçinin savaşlarında yenilen hep de senken, daha neden bu kadar korkuyorsun.
Kendi kanını, kendi uykusuzluğunu, kendi ağrılarını, kendi veremediğin, ciğerine sıkışan nefeslerini o şiirli meydanlarda nasıl da ezber ettiğini çok çabuk unutuyorsun.

Şimdi o çok sevdiğin "Yol varsa yürünür" cümlesini hangi kalbin için bekletiyorsun..?
Yazılmamış mektupların hitaplarına takılırken, "belki"siz mümkün olmayan bir yarın için, bugünü sakınıyorsun, ve bununla bir de gurur mu duyuyorsun?

Belki de gönül bağının düğümünden ve hem çözülmesinden hem de iyice sıkı sıkıya bağlanmasından ürküyorsun.

Kendini kendinle tehdit ettiğin bu şehirde sen vapurları hep beş dakikayla kaçırıyorsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder