28 Ekim 2014

Verme...


İnsanlar, olaylar, olmayanlar, tarihler, geçmeyen saatler, kış tarifeleri, yalnızlıktan geçiştirilen kahvaltılar, mecal bulunamayan gündüzler, uyku tutmayan çarşaflar, çıkmaz sokaklı kabuslar, anlamının peşine düşülmekten vazgeçilmiş şarkılar.

Bunlar.

Bütün bunlar arasından.

Aldığın o bilet.

Öpecek her şeyi.

Ve ben,
belki de yine uyuyabilirim;

kokunu dönüş biletine bagaj vermezsen...

21 Ekim 2014

dök..


Aniden rahatsız olduğum ses kendi sesim. Yan yana gelmiş sözcüklerden bir anlama varmadıkça, söylenilenin yankısı olmayacağını çoktan öğrenmiş olmam gerekiyor.
Oysa anlatacak bir şeyim yok. Uzun zamandır yok. Konuşmak bir anlam kazanmıyor nicedir, niye öyle inatla kendi tonumdan istifa edecek kadar cümle kuruyorum.

Bir yere vardığım yok, gittiğim hiç yok. Vazgeçip kaldığım da yok.
Pişman olmayı dilediğim anlar var.
Kalbimin inatla takıldığı çelmelerden olmayı başaramayan zamanlara şaşıyorum.
Üzüntülü olan akşamlara meylim vardır çünkü.
Üzüntülü olmam gerektiğinde neredeyim peki.

Duymak istediğim cümleler kurulmuyor diye duyulması bir şey değiştirmeyecek nicesini kendim kusuyorum.
İmlâlarım da kaybolmaya yüz tutuyor.
Eskiyor bir şeyler işte.
Sorulara veremediğim yanıtlar var.
Rutine bindirmek istemediğim bütün cevaplar sabah alarmı gibi, ertelesem de sadece belli bir süre yoklar. Sonra yine, yine, yine.

Kaybettiğim kelimelere eklenen inanç da kederli bir apartman isminden dökülüyor.
Ömürle ilgili umudumu çok yaş alıp, sona kendi ayakları üzerinde varamayan manzaralar törpülüyor.
Çok ağladığım zamanlar bitmiş gibi görünüyor.

Peki şimdi.
Gözyaşımın notalarını unuttuğum yerde, daha mı iyi her şey.
Sevdiğim insanların posta kutularındaki tebrik kartıyken, şimdi kalbin içerisinden acıtarak geçen kırgın bir broş gibiyim. Bir yere takılsa düşecek gibi, tedirgin, gülümsetmeyen, sızısı olan, sanki düşse "İğnem düşmüş hay allah."tan ibaret.

Öyle yorgun ki her şey.
Yerleşiklik kazanan şeyler öyle açıkta bırakıyor ki üşüyen omuzlarını günün.
Isınıp da varlığı kucaklayacak gücü yok.
Beklediğim bir şeyler yaratıp perdelerini açıyorum salonun.
Gelen yok, giden eksik olmuyor.
Seyrele seyrele, bir şey olmaya olmaya.

İki ay önce yazdı.
Ve artık saymaktan sıkıldığım mutsuzluklarına bir yenisini daha ekliyorken, bir şey oldu.
İyi mi oldu denizin o halini görmek, beyaz bir sayfada belki de tek ve güzel bir anı edinmek.
Yoksa sayfasını doldurup kapağını kapattığın o defter, şimdi ortalama bir şeylere dahi izin vermiyor mu.

İçimi bulandırıyor günler.
Beklediğim sözcükler kayıp.
Beklemediklerim çok fazla.
Çizginin neresinde durduğumu bilmiyorum.
Uzun zamandır bir şey bilmiyorum.

Bir şey olmuyorum.
Bir şey olmak.
Olamıyorum.

13 Ekim 2014

hafta dönümü


Sevdiğim her şeyi sevmeyi sürdürüyor gibi hissediyordum. Sevdiğim meyveler ve sevdiğim çarşaflar hiç değişmiyor gibi. Sevdiğim sokaklar, içmekten hoşlandıklarım, tadına doyamadıklarım, hayatıma kollarımı açarak aldıklarım, alışkanlıklarım, sevdiğim kitap isimleri, anısı kalan banklar, yeşiline gözlerimi yasladığım parklar, ...
Sevgi yitirilen bir şey mi emin değilim. Ama eskiden evim olan bir şeylerin artık yerimi yadırgatacak kadar yabancılaşması ürkütücü. Sevgi mi kendini öldürüyor, kollarım mı yorgun düşüyor, kalbim mi kışa hazırlanıyor?
Üçü de birbirinden kırıcı.
Ekimin çikolatalı süt günü, yine çikolatalı sütsüz bir şekilde geride kaldı. 
Ve hazırlandığım birkaç bir şey var. Bu "üç yer tasarlamak" gibi.
Ne olacağını bilmiyorum.
Sokak aralarında ismini beğendiğim ve muhtemel müziklerini beğeneceğim barların yüksek taburelerine tırmanıp iki tekilden bir tık üst bir çoğunluğa ulaşmamak suretiyle kutlamak istediğim hayat parçacıkları var. Sevdiğim. Sevdiğimden emin olduğum.
Yüzümü acıtan, kendimi eve basmak isteyeceğim kadar ağır hissettiğim bu günlerin bitiş çizgisini de az çok kestirebiliyorum. 
Biraz kahve lâzım.
Kahvenin yanında mücadele etmeyecek uykular lâzım.
Biraz Çanakkale domatesi, biraz Ezine peyniri.
Bölge tesadüfi.
Peynir helvası dahil değil lüzumlular listeme. O arsızlığım.
Bölge tesadüfi mi. Belki de değildir.
Bir süre minimal yaşamaya başlıyorum.
Bir sabaha karşı şu kapıdan bir taksiye atlayıp lunaparka gideceğim güne kadar, kendimle baş başa, ve olabildiğince ağırlıksız.
Sonrası kasım.
Yün, kahverengi, yaprak çıtırtısı ve şansım yaver giderse tarçını bol sıcak şarap.
Şiir fazlaca dahil.