31 Ağustos 2014

Ç.


Bir şerbet rengi.
Uykunun rüyaya varma arifesindeki o kısacık an.
Uykuya dalmanın, bilinci uçurumdan attığı o kısacık an ya da.
Uyku rengi.
Suların maviliğiyle karışık.
Denizlere kirazlar dökülüyor rengi.
İç deniz.
Ve iki güzel adamla deniz kabukları topladığımız o su kenarı.
Kuru yosun yığınlarına bakarak ruhu seviştirmenin mümkün olduğu bir yer var.
Suyunun kenarında uyanmaktan haz duyulacak sahil beldeleri.
Gözyaşına dayanan bir yazın son perdesi.
Denizin ancak bileklerimizi yalayabileceği yakınlığında bir dilim limonlu kek yiyor hissi veya bir dilim kavunun yayılgan kokusu.
Çarşaflara karışan temizliği çiçeğinin.
Kadının.
Veya adamın.
Ve mutfak pencerelerinin seslendiği gün batımlarından genze düşen kızarmış biber rayihası.
Bir avuç dolusu kumdan değil, bütün avuç dolusu kumların içinden deniz minarelerinin çıktığı bir yer var haritada.
Ve kalbin, kendini nereye bıraksa gece bitkilerinin büyülü yeşiliyle ayaklandığı.
Erik ağaçlarının baktığı sular var.
Bir biletle gidilebilen, ve cennetten parça koparılabilen ağustosu var ömrün.
Bir sonbahar başlayacaksa,
hakkını verdi yaz.

Bu bir rüya değildi.
Ama ilk kez rüya görmekten korkmadım yirmi beş yılın dört gününde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder