26 Nisan 2014

günbegün acele*


En son bir iskeleye doğru yürüyorduk ve nicedir konuşmadığım, aramızda incinmiş bir şeylerin sürüp gittiği o kadına şöyle demiştim: "Sıkılıyorum. Artık hazırım." Sıkılmaktan fazlasıydı o yalnız bırakılmış yara. Görmezden geldiğim, ve herkesin görmezden gelmesi için çabaladığım.

Bugünlerde sık sık gözlerinin derinine düşüyorum dostlarımın. Uzaktaki dostlarımın. Gözbebeklerini ezbere bildiğim, çoğunlukla sessiz bir anlaşmayla karşılıklı susarak çok zamanın üzerinden bir şeyler aşırdığım dostlarımın. Birer birer; ilkbahardı, yazdı, güzdü derken gidiyorlar. Gitmek değil elbet, daha fazlası; uzaklaşmak. Yeni bir şey kurmaya kalkışmak. Korkuyorum öyle olunca. Konuşmaya kalktığımda her cümlem şefkatle ayağa kalkıyor, sanki ayağı yere basmayacak ne söylesem, sanki normal kelimeleri yettiremeyeceğim bu açıklığa, aramızdaki hayat kurgularının farklılaşmasına.

Nicedir yoktu içimde öyle gitme, ama Nazan Öncel'li gitme hali. Şimdi sığamıyorum gibi, ciğerlerim küçük kalıyor gökyüzünü içime çekmeye, hiçbir şey konuşulmaya değmiyor, hiçbir yol adımlarımı gitmekten, yol almaktan saymıyor gibi.. Teselli bulamıyorum gecelerde. Aynı o iskele dibi sıkkınlığı var içimde.

Haftasonu kırmızı bir masanın üzerine bıraktığım baş dönmeli bakışlarımı çevirmek yeni şeylere lüzumsuz gibi.
Üzerimde bir korku şalı, avucumda tutamadığım bir zaman, adres defterini doldurmayan isimler. "Gerçekten oldu mu bunlar?" diye durup düşünülen bir değil, kaç mevsim çarpması.
Göz pınarlarının çoktan kuruması gerekirdi bunca çöl renginin arasında, hangi maviyi bekliyor ömür, neye inanmak için bunca sabır..

Elleri soğuyor görüyorum dün yanıma aldığımın. Yanım bu kadar şubatsa uzağım hangi coğrafyada buz tutuyordur. Unutamamanın boranı bu. Unutulmanın. Korkusunun. 
Gitmek bir dayatmayla da olsa kapıda sızlıyor. İçeri almazsam beraber öleceğiz. Şiirlerden dizeler dökülüyor birer birer, kalp dolaşıyor, ilmeklerini çözecek bir şey aranıyor. Bir renk, bir mevsim, bir vapur, bir başka şiir..

Gel, demek istiyorum. Neyimi çağırdığımı bilmemenin şuursuzluğu susturuyor. Gel diyememek, gidememek, ve gideceğini bilmek. Her şeyin birbirinin içerisinde eritildiği, büyük bir tencerenin yanık şeker kokusunda buluşur mu zerreler bir gün..

Yorgunluğumun saçını okşayacak, şarabi bir hikâyenin düşünde uyusam, gerçek olur mu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder