2 Eylül 2013

"cansız cam ardından.."

Sıradan bir magazin ya da yaşam tarzı gibi -eskiden afili şimdi akademik duran- kelimelerle tanımlanan bir dergide, oldukça güzel, çok çok güzel bir kadının şu cümlesi günü paramparça etti:

"Ne olmak istediğimi, nerede bulunmak istediğimi, ne yapmak istediğimi bilmiyordum." 

Keşke sadece gün parçalansaydı.
Ciltlerce kitabın arasında taşlaştım.

Bir şeylerin anlamını bulmak şöyle dursun, sahip olduğu tüm kırıntıları da kuşlara yedirdiği bir mevsimin ardından, eylülün sonsuz kızıllığı kapıya dayanmışken, artık üşümek ayıp kategorisinden sıyrılıp da yüceleşiyorken...
Daha da kaybolmasın isterdim.

Uzun zamandır istediğim şeyler olmuyor.

Geçtiğimiz kış yırtılmaya başlayan gecelerin üzerinden bir yaz geçmişken, yeniden yanaklarım ıslak, göğüs kafesim dar bir üçe uyandım.

Cümle kurarak netleştiremediğim bir sınır içerisinde, alabildiğine yersiz, sıkılgan ve bıkkın haldeyim.
Üzerime devriliyor yarının duvarları.
Bugünküler çoktan enkaz.
Bir yerlere sakladığım bir ümit olmalı.
Olmalı.
...
Değil mi?

Çok erken olduğu aşikâr bir zamanın aynı zamanda bir şeyler için de çok geç olması hem kaslarımın yük üzerine yük bindirme yetisini alıyor, hem kalp atışımı tekletiyor.

Bir çözümüm, çözüme ulaşmak adına gidebileceğim bir yerim, durdurabileceğim bir zamanım, hızlandırabileceğim bir sürecim, konuşulacak bir konum, beraber susulacak bir sükûnetim yok.

Ayın ortasına daha çok var. Ayın ortasına kadar yapılacak çok iş var. Ayın ortasına nasıl geleceğimi bilmiyorum. Geldiğimde formalitesi tamamlanmış bir şeyler sunabileceğimden emin değilim. Ama olur da bu sürüngen ruh hali içinde en azından bunu yapabilirsem, belki o kırk metrekarelik dairede bulamadığım ümit kendi kendine bir raftan ayağımın dibine düşer. 

Şermin öleli epey zaman oluyor. Şehnaz da öldü.
Elimden gelmiyor yaşatmak.

Bu eylüle mecburen böyle başlayacağım: 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder