14 Temmuz 2013

Yaz nöbeti


Gözlerimi sıkıyorum sıkıyorum sıkıyorum, yok oluyorlar. İçine kaçmak daha doğru bir tabir ya da, bilemiyorum. Gözlerimin rengi içime akıp da organlarımın arasına sızınca, kanımın dahi dolu dolu bir kırmızılıkta akamayacağını düşünüyorum.
 Burnumdan aldığım nefesi ağzımdan bırakamıyorum, gözümden likit bir şekilde fışkırıyor. 

Temmuzlara inandığım kadar inanmam ağustoslara, ağır aksak bir yürüyüşün darmadağınık çizimlerini getirir gözlerimin önüne, yoksun bir sarı, küflenmiş bir yaz. Eylülün cüretkâr hüznüne geçebilmek için önce ölmek gerekir sanki. Böceklerin boğazları yırtılırcasına bağırmalarından başka ağustosun hayat vaadeden renklerinin hep benden sakınıldığını düşünüyorum. Herkes valizlerine askılar dolusu ananas renklerinde yaz sonları tıkıyor ve çekip gidiyorlar gibi.

Bu evde anneannemi hatırlayışımın sıkıntısı sıvı bir halde doluyor içime. Hayattaki en büyük kaybımın, her yaz uzun, çok uzun bir yas nöbetiyle hatırlatılması varlığımın hiçbir zerresine iyi gelmiyor. İçinde oturduğum çam ağacı bile yeni çıkan dallarına hastalığını taşıyor. Beş komşu olduğumuz şu evler sırasında, dört hanenin mezarları var. Burası da dahil. Yazları kendini sıfırlamaya programlanmış insanların buraya gelip de yaşam enerjisi edineceklerini düşünmüyorum, umarsızca şezlonglara yatıp güneşi içebileceklerine de ya da iki metreyi geçkin pembe zakkumlara bakıp beş çaylarını yudumlayabileceklerine. Ben yapamıyorum. 

Burası yirmi dört yıllık ömrümün en mutlu olduğum yeri ve yirmi dört yıllık ömrümün en büyük mutluluğunun öldüğünü gösteren bir sürü şeyle dolu şimdi. Gidemediğim, kalamadığım, kaldıkça yok sayamadığım, kurum gibi bir şey birikiyor burada içime. Gömme dolapların kıyısında sıkışmış el örgüsü şallara kokusu siniyor yılların. Çocuklukta üflenilen tüm mumlara, tüm pastalara ayrılmış olan masanın üzerinde şimdi aylık dergi yığınlarının beş para etmez reklam dolu sayfaları sürünüyor, aralarından kumlar döküle döküle.

Bundan yirmi dört sene önce dünyaya gelişimden etraftakileri haberdar eden sıvı bu evde annemden sızdı. İki il arası bir saat olmasa buraya mühürlenirdim belki. Ama olmadı. Üstelik hiçbiri; ne buraya, ne oraya, ne de nüfusumda yazan yere mühürlenebildim. Aslında yazların benim yerleşikliğime elverişli olmadığı doğum anımdan belliydi, yirmi dört yıl inat etmemin bir anlamı yoktu. Yine de ettim. Pek çok yaz. Ağustos sonunun eylüle bağlanmasını bekleyerek geçen pek çok yaz. İçinden temmuzlar geçen ve "bir umut" diye diye itip kaktığım yazlar... 

Bak yine bekliyorum. İçimden atamadığım bir sıkıntıyla, kumların yüreklerinin kalkarak kafasını ve dolayısıyla rengini, huyunu değiştirdikleri bir denizin durulmasını, ölümün çalkantılı acısını değil de, gün doğumu renklerine karışacak bir uçukluğuna kavuşturmasını renklerini, okşamasını sabahları.. Çaresiz istiyorum.. 

O gideli on beş sene oldu, on beş yıldır hiçbir yere varmayan zamanın, yas nöbetindeyim. 

Yarın.. 
Beraber, yeniden doğalım mı?

1 yorum:

  1. Paylaşımınız için teşekkürler.. Kaliteli paylaşımlarınızın devamını bekliyoruz. Kolay gelsin!

    YanıtlaSil