En canınızdan bezip "Benden bu kadar," dediğiniz anlarda, bir oyunbozan çıkar ortaya. Kendinizi yok etmeyi, en azından yok saymayı düşündüğünüz bir anda, birisi bir kahve ısmarlayıverir; ve bir kahveye fit olup, yaşama devam etmeye karar verirsiniz. Değişen bir şey yoktur tabii - ve bu kimse yeni biri de değildir. Bu, iyiniyetli olduğu sanılan, o anda yaptığının farkında olmayan insanlar yüzünden yüzlerce intihar önlenir; yüzlerce kopuk yaşam, çürük de olsa yaşamınızın rengine uymayan renkte iplikle dikilir. Önüne bakıp da renk farkını gören, daha fazla dayanamaz; ama nasılsa bu pek rastlanan bir şey değildir.
Çünkü insan kendisi için yaşamıyor; yığınlar için yaşadığını sanan, hiç yaşamıyor - geriye, bir iğne iplikle peşinizden koşturan birkaç kişi kalabiliyor ancak. Ve tüm uğraşılar, yaratılmaya çalışılan şeyler, öğrenilen sözler, başka kimseler tarafından beğenilmek bile, bu birkaç iplikçi için. İplikçisi (cep tiyatrosu) olmayanlar da var tabii; ama onların dikiş tutacak bir yanları da yoktur.
Ve yaptığım hiçbir şey benim seçimim değil: "Aydede" diye şiir okuyan bir babam vardı - yürüyebilmem bile mucize. Dudaklarım küstah; uyumlu olsun diye böyle konuşmak zorundayım. Gözlerim annemin (hem de onun) ; ona da kim bilir kimden kaldı.
Ve bu yaşa geldim, öğrendiğim tek şey, kahve ile şekerin bir arada olamayacağıdır.
Şule Gürbüz- Kambur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder