1 Eylül 2012

Kaf Dağı'nın ardına kaçsa bile...*

Kapıları gıcırdatan ağustos, nihayet sert bir rüzgârla o kapıyı kapatan eylülle beraber ardından su döktürttü.

Bu yaz, yaza mucizeviliğini veren bulutsuzluktan uzakta, ya da bulutları pamuk helvaya benzeten bir gökyüzü telâşıyla geçmediğinden sonbaharı çok özledim.

Tüm anlam bulan hayat aktivitelerinin temeline yerleşen o özlem..

Bir mekânda bulunmanın özlemi, bir mevsimin düşürdüğü ve doğurduğu yapraklara şahit olmanın özlemi, en güzel notayı kulağınla çekip çıkardığın şarkıları duymanın özlemi, bir öpüşün buğulu tadındaki hissin özlemi, tenin tene karışmasına sabırsızlanan dokunmanın özlemi, kalbi sızlatan bekleyişlerin yaklaşmasının özlemi, insanın insana, insanın kente, insanın kendisine özlemi...

Griliğinin içerisine eflâtun parlaklıklar karışmış uzun bir rüya gibiydi geçtiğimiz üç ay. Temmuz sonlarında eflâtunu, uzay tasvirlerindeki fuşyadan mora dönen fırçalara kayan... Şimdi hem bekleyen hem beklenen olmanın siyahtan uzaklaşan griliği..; ben olsam betonu düşünmem, daha çok yağmur öncesi bulutların sıkıntısı gibi..

İçin için kendini tutuşturan, bir kibritle oluk oluk boşalacak olan sıkıntı..
Eylülü bekleyen titreşimi dalların..
Kendini artık bırakmak isteyen yapraklar..
Rengini değiştirmek isteyen sokaklar..
Tüyleri diken diken olmuş gibi pürüzlenecek körfez yüzeyi..
Orada, beklediğini bildiğim yeşil nehir..
Dallarından avuçlara düşmüş meyvelerin, kahvaltı sofralarına değecek şekerli kurulukları..
Altı söndürülmeyecek çaydanlıklar..
Buharında yine "aşk var..."

1 yorum:

  1. Selam Ametist,
    Sonbahar daha ilk gününden çarpıypr değil mi? Hazana hüzün yakışır ya, yakışıyor vallahi:)
    Sevgiler.

    YanıtlaSil