8 Temmuz 2012

Uzaktan*

Merhaba demek istiyorum. Tanıştığımıza memnun oldum.
"Yeni mi tanıştık?" diyecektir; eskimiş gibi, üzerimizden başka özneler yuvarlanmış da, ayak bileklerimize geçmiş zaman ekleri prangalanmış gibi.
Biliyor da oysa, prangaların nasıl eskidiğini. Varsa eğer öyle bir şey aramızda, ömrümüzde, yaşımızda.

Yollara çıkmak istiyorum çoğu zaman. Sokakların üzerinde çeşitli işaretlerin bulunduğu, enimden büyük haritaları açarak. Bilmediğim bir yerin sokaklarında, yalnızca sokakta olmak. Sokakta ve yabancı. Bir yere ait olma duygusunu yolda soyunup, valize kapatıp, onu da garda unutmak isteyerek. Gitmek istediğim yerlerin bir listesini yapmadım, parmak hesabı da yeterdi belki matematiğim iyi olsaydı, ama dört işlemden vazgeçeli oldu epey. Şimdi zihnim ve solda atan o tuhaf yer arasında mekik dokuyorum. Zihnim çoğunlukla etkisiz eleman.

Yol şarkılarını seç demek istiyorum ona. Biliyor çünkü o işi.
"Nereden?" diye soracak olursa, sadece gülümser ve sokaktan bir kedi çeviririm. Gözlerine bakmak hüzünlü bir radyo istasyonundan başka bir şeye dönüşmez çünkü. "Hüzünlü radyolarda geçen ömrün ne olacak?" sorusuna benzer bir bulut geçerse yüzünden, yağmur olmaktan başka bir çarem kalmaz.

Bazen defterlerde boş sayfalar bırakmak istiyorum, o da yazsın diye. Eşzamansız da olsak sözümüzü tutmuş olalım diye. Sözleri tutmak önemlidir. "Kime göre?" İşte böyle, eskimesine gücenip baştan, hep en baştan yazdığımız hikâyeler hatrına. Başka da neyin hatrı kalıyor bunca, sormasın.

İnsanlara onu anlatmaktan vazgeçmek istiyorum. Tanrı'yı bile yoklukla betimleyebiliyorken, tasvir tutmayan nefesini ne yapacağımı bilmiyorum. Beceriksizlik yaratıyor üzerimde. Oysa tanıdıklar arasında böyle tanınmam. "Çok mu önemli?" Hiç değil, maksat bahanem olsun. Şımarıklığım tutsun: Beceriksiz miyim? Sağlamasını yaptım da kanıtlamışım gibi aksini.

Koyu kahveler içmek istiyorum, gece üçlerde onun kokusu kaldı diye. Ama bu neyin çarpıntısı, yaşlanıyor muyum. Yaşlanmaktan korkmaya başladığım sürece de girdiğime göre sütler akıtılmalı çocuk kalan yanlarıma. Onun kahvesine şekeri eksik etmeyecek kadar misafirperverim ama. Ömrüme konuk alma konusunda nasıl iyiyim bir bilse, herkes kendi anahtarını aranıyor boşa çalan ziller karşısında.

Çoğu zaman buharlaşıp yok olmak istiyorum, evet Tanrı dediğimize benzer bir yokluktan bahsediyorum; en fazla, neme boğulup kendimi çamaşır iplerine asabiliyorum. Memleket dediğim sınırlar dahilinde ancak bunu gerçekleştirebilirim temmuzun asfalta güneşi bırakmaktan hiç çekinmeyen haliyle. Kırmızı elbiseli kadını görebiliyor mudur o uzaklıktan, bilmiyorum, benim de gözlerim bozuk ve bazen aynada bile bir suret bulamıyorum.

Bazen başka bir yere bir şeyler yazıyorum. Kuyuya taş atmak da diyebilir o buna, hatta belki ne kuyuyu görür ne taşı. Çukurlara düşüp de ölen insanların memleketinde suçlamam onu.

Bazen çok konuşmak istiyorum; dem vurmak, ölmekten sabıkalandığımız şu ömür yalanından. Geveze bir halde susuyorum. Yalanın nesini konuşacağımı bilemiyorum. Dürüst olmak için toplanılan bir yerde şişeli bir oyundan fazlasını duymak istiyorum.

Ne çok şey istiyorum. Ne çok şey istiyorum.
"Paramız yok, alamayız." diyemiyor kimse de.
"Şeker vereyim de, sus." demiyor kimse.
Hep istiyorum, doyumsuzluktan ölür müyüm?
Ne cevap verse kabul edecekmiş gibi uyuyup, uyanıyorum.
Bir yerlerde dert edinecek benden başka bir şeyi kalmamış gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder