Şöyle başlıyor: "Mevsimlerden yazdı ve tercüme-i halime ne söylesem azdı. Biliyordum, gidecekti. Kim bilir belki de bir bekleyeni vardı? Lakin gözlerinden anlıyordum, o da benim gibi yalnızdı. Dışarıdan bakınca halleri pervasız, ruhu uçarıydı. Sevdiyse de çok, korkarım bana pek inanmazdı. İşte bu konuda çok haksızdı. Varsın olsun; başka kim gözlerinde umudu ve acıyı aynı anda böyle yaşadı?..."
Pervasız ve uçarı yaza yakışan bir kadının gözlerinde Edip'in doğuşuyla evrene bahşedilen umut ve Turgut'un gidişinin yası yan yana düşer, rengini bilmiyorum. Rengini sen söyle, baktıkça..
"Anlatamıyorum galiba hüzün değil, yaz mutluluğu..."*
Mevsimlerden yaz. Geceleri sahili boydan boya yürüyorum, her kilometrede değişiyor denizin üzerine düşen ışıkların ve yansımaların tonları, vapurdaki ton değişimi geliyor aklıma. Hafızama bir sürü şey geliyor ya, bu daha sık. Adımladıkça geceyi, yaz genişliyor, bileklerimi saran nemden, bilezikler takıyorum; bir tatil beldesinden öylesine bir tebessümle alınan yaz parçası gibi, böyle zamanlarda düşünmüyorum hiç kıyafetimdeki çilekleri, şeftalileri, erikleri. Bileğimi öpen geceden başka bir şey düşünmüyorum belki de.
Gece insanları değil yürüyenler, sadece birkaç dakikada bir üfleyen havaya denk gelecek konumu arıyorlar yeşilde. Gece insanları hangi şehirlerde, hangi hatıralarla sabahlıyorlar çok kestiremiyorum. Mevsimlerden yaz, geceler daha uykusuz. Hepimiz bir şeyler okuyoruz, bazen bir- iki cümlede anlaşmanın beş çayı rahatlığı geliyor üstümüze, bazen sustuğumuz ciltler dolusu kelimeyi saklıyoruz evrakların, dosyaların arasına öğle sonrası mesailerinde; başka bir yaz gecesine düşürmek için. Düşürüp de öpüşmek için aynı güzergâhı seçen ruhlarla.
"Kim uydurdu bu haziranı bu temmuzları bu yaşamaları gizli kapaklı..."**
Hayatın yaz döngüsü tuhaf, gündelik bile yaşayamayan bir insan için bu tuhaf durmayabilir. Yine de her yaz ne kadar insansız ve her yaz nasıl da kalp, dinlenmeksizin aranıyor. Yorgun düşmeyen bir şey varsa, tuzlanmış tenimizle taşıdığımız o atlet. Hep koşuyor, gecesini gündüzüne katıp. Bir dinlen, nefes al aralığı yok. Mevsimlerden yaz , belki de bu yüzden bu naz.
"kanatları parça parça bu ağustos geceleri/ yıldızlar kaynarken/ şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen/ sen/ eğer yine..."***
Burada dalgalanmıyor pek ismime yaslananlar, başka şehirlerin maviliğini kestiremiyorum, her mevsim biraz daha bozulan gözlerimle, hipermetrop yanıma aldırış etmeden, yanlarına gitmek istiyorum, yakından bakmak çalkantısına suların. Geldiğim şehrin nehirleri gibi kadınlar vardı Cemal'in dediğine göre, sonrasına ne çok güzelleme ne çok güzelleme. Gideceğim yere en çok Attila'yı yakıştırıyorum, akımlarda istisnalar kaideyi bozacak değil ya.
Mevsimlerden yaz, hiç yaşandı mı bilmiyorum mevsimler. Bir şeyin geçmiş olabilmesi için o anlaşmayı yaptık mı, anımsamıyorum. Sanırım istemekten kendimizi alıkoyamadığımız şeyler de buna kanıt oluyor; bir geçmiş var. Bazen -di'yle bitirilemeyen, -miş'ten hep alacaklı kalan.
Bir bahar akşamı rastladım size diye başlayan o şarkı geliyor bazen dudaklarıma, sonra bir bahar akşamıyla karıştığını düşünüyorum yağmurun göz yaşlarına. Ama mevsimlerden yaz, bir tuhaf misafirliğindeyiz ömrün. Sanki her yaz biraz daha pervasız, her yaz biraz daha yaşını almış.. Nasıl oluyor ikisi bir arada, bilmiyorum. Olsa olsa Edip'ten, olsa olsa Turgut'tan...
*Edip Cansever
**Turgut Uyar
***Attila İlhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder