10 Nisan 2012

sekans

Yarıda kalan uykular gibi her şey. Bir zamanlar "bizim" dediğimiz hikâyelerin, bir benden bir senden yan yana düşen, yüklemsiz sonları can yakıyor. Zaten en çok yarım kalanlar acıtıyor.

Uzakta bir yerde cebimden düşürür gibi kaybetmemiştim girizgâhı büyülü olan gerçeklerimi. Kırılan bir aynanın her bir cam zerresi avuçlarıma girip, kanımı yoklamıştı.

Kutup yıldızıydım, şimdi gecenin üzerini örtmediği o yıldız belki bir başkasına kiralanmıştır, belkisizliğini bilince.., acıtıyor..
Şimdi tutuklu olan ne varsa, o hikâyeden sabıkalı..

Denizlerin köpük rengiyle pileler yaptığım eteklerimde çamurlarla topladım defterlerini o senaryonun. İnanmıştım ve inandırmıştım seni de, o hikâyenin dokunulmazlığına. Başrol başka bir teklifle bizi, hikâyemizi, yıldız masalı anlatıcılığını terk etti. Bırakıldığın her sokak başı aynı gökyüzü altına seriliyor ya, ben en çok ona kırgınım..
Belki de o gökyüzünden yere çakılmanın kırıklığı bu. En parlakken, en çamurlu olmanın. Parçalarımı dağıtmanın, şehrin dört bir yanına..

Benim güneşten kazaklara ihtiyaç duyduğum bu hikâyeyi, senin pastel renkli bir masal gibi baş ucunda saklaman gözlerimi, gönlümü ıslatıyor..

İstemedim ben tek tek kırmızıları, morları işgal yerlerinden toplayıp bilinmezin kuyusuna gömmeyi. Hiç istemedim o çocuğun dünündeki bir fotoğrafta kalmayı, yarınını taşımaya bunca hazırken. Gemilerden inmeyi, gökyüzünden düşmeyi..
Su yeşili, alkol mavisi, toz pembe üzerine kara çalınmasını..
Sana inançsız görünmeyi de..
Ve sevgisiz..
Ve affetmeyen..
Ve unutmuş..

Baharda yapraklar damarlarıyla esniyorlar ya ileriye, büyümek; renkli olan ne varsa, oradan sepya bir fotoğrafa düşmek gibi.
Öyle hareketsiz ve tek bir ana sıkışık, öncesi- sonrası kıvrık kenarlara değen parmak uçlarının sıcaklığıyla şekillenen..

Ama senin ellerin var, sedefli pembe tırnakların...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder