Zamanın esnekliğini, kendini oradan oraya atan günlerin haftalara sıkışmasını, haftaların yedilik bölümlerle bir parmak sayımı döngüde tek tek tükenmesini duyumsamak zor bazen. Sabırsız bir gün atımı dizisine tabi olduğumuz şu süreç, belki yeniden keşfine meydan verecek karşı karşıya, yan yana düşen solukların. Belki bir başınalık çoğalıp, renk kusacak günlere, gecelere.
Sonsuzluktan neye çizik atıyoruz, kestiremiyorum. Bir yanda tüketmek istediğimiz günler, bir yanda sabitlemek istediğimiz dakikalar...
Bir insanı tanımak, zamanın mevsim halinde saklı. Kumların üzerine uzanmadan tenden kayan beyaz kumaşlarla, ve koşmadan gelinciklerin arasından beyaz bulutlar altında, turuncu yapraklara katmadan esintinin beyazını kavuniçine çalıncaya dek, ve kaplamadan geceyi karın engin beyazlığıyla.. Nasıl..
Bir insanı tanımak, ancak dört mevsimde..
Renkleri mevsimlere bölmeden, mevsimleri renklerle yıkayacak gülüşü bulup çıkarmak beyazın peşinden, ama birlikte...
Her mevsimin sabitlenen o ortak sıcaklığını beraber bulmak. Tenlerin birbirini tamamlayan diyaloğuyla.. Düşürdüğün kelimeleri, tutup da kaldıran öpüşlerle. Alevlenen ve buz kesen mevsimlerin teni dönüştürmesine inat, her seferinde iki ten arasında, o hiçbir mevsim değişmeyen ve her mevsimin doyumsuzca şahit olduğu tek ısı.. Sahiplik ekinin eklemlenirken en utanmaz olduğu çoğulluk..
Özlediğim şeyler var. Mevsimlere birlikte şahit olmayı istediğim özlemlerim...
Uzaktayken, bazen bir başına üstesinden gelmekte zorlandığım zamanları var mevsimin.
Ve biliyorsun, benim ayaklarım hiç ısınmıyor.
Hele ki uzak, sahiden uzaksa...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder