Uyanılacak bir sabahın üç kulaç gerisindeyim. Pencerede tıka basa bir beyaz, evde yalın ayak ve ateşe varan bir rengin iki ara tonu..
Cam kırıklarıyla örtülü bir eşikte, gün dönmeden önce başlamış bir ruh sevişmesi, avuçlarımız kesiksizken uyandığımız yeni günler, kırgınlığı altına süpürebildiğimiz renkli halılar.. Mesafelerden ürküp, yeniden evde olmanın bütün şefkâtini giyindiğimiz şu mevsim, kapı komşularının yataklarından düşenlerle yankılanan dün sızıları.
Kaplansın istiyorum gece, karla kaplansın, bu kadar çıplakken bir tek o yaksın teni sarmalayıp. Fazlasından yorgunuz, yağmurlardan geliyoruz, tene de, sol yanımıza da kumaşları yapıştıran, üzerine de yarının ayazını bırakan ıslaklıktan..
Birlikte alışveriş listelerine portakal yazdığımız bir kış var burada, beyaz bir kış. Kara turuncu düşürmek için göğüs kafesime çocukların kelebeklerinden bırakan bir mevsim.
Kanepede, kokusunu sevdiğim kumaşlara sarılı bir soluk var. Gözlerini uzun süre kırpmadan durabiliyor, ve bazen tüm dünya ışıklı bir lunaparka dönüşüyor şehrin sokaklarında beraber adımlarken puslu insan manzaralarını.
Çok uzak değil, benzeşikliğinden mutluluk çıkardığımız yosun kokulu hikâyelerimiz var, iki sene aralıklı. Aşık olduğumuz suyun uzağında birbirine düşen iki mavi.
Dışarıda kar var, içimiz denizleri taşırıyor.
Soluk kesen pırıltısı var gözlerimizde, evlerimize değinen sudaki menevişin.
Özlediğimiz uzakları, yakın eden bir akıntı,
Vurguna kaç var...
"Haritada unutulmuş bir düşüşü işaretliyorum; birlikte hatırlayabileceğimiz bir sır. Bu gece belki de hayatımın en olmadık işini yapıp sana yazmaya çalışıyorum. İfade edilmemiş ve bu yüzden kutsal kalan pek çok şey gibi; ifade edemediğim duyguların, sana nasıl ulaşırımların yanıtsız kalan tuzaklarına saplanmamaya çalışarak. Ve biraz utanıyorum; ismini yazamıyorum sayfalara. Kırık sözlerin, ellerimi sıkı tut düşüyorumların ülkesinde sadece dört dakikalık bir mektup. Ellerin oyalansın, gözlerin oyalansın, dilinde yeşermeye canlı bir tat bıraksın diye..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder