26 Aralık 2011

Yine, yeniden, eskidikçe..

Pazarlar cumartesileri sürükledikçe, tozu bulaşıyor sol yanımıza zamanın. Ağır, gri ve bulutlaşmış tozu büyümenin. Açık adreslerimizin kapı aralıklarından esen ürkek heyecanlar, pencerenin kucaklamayı bekleyen açılmış koynuna doğru hızlı adımlarla ilerlerken, gümbürtüsü var cereyanının minik de olsa başlangıçların. Kırgın cumartesilerin bağlandığı pazarların güneşi hep biraz gölge bırakıyor kirpiklere.
Yeni yılın eşiğinden değil, her uyandığımız, çoğunlukla uyumadan vardığımız yeni günün kıyısında dilenmiş, iki soluğun çarpışıp da ısıttığı yataklarda renkli kumaşlara yazılmış umutlar var yine de gelenekten de olsa.
Zamanın beklemediğine olan inancımın üzerine süpürdüğüm takvimler boyu başı boş rakamlar ve sayılar, hazır ola geçiyorlar yeniden.
Özeti yine kırgın 365 döngüsünün.
Kalbi zorlayan iklimleri giyindi, soyundu dört mevsim. Bir bir yırtıldı, söküldü, dikiş tutmadı yaralar.
Artık saymaktan vazgeçtiğimiz birler ve onlar basamağı kendi ardışıklığında mutlu mesut ilerlerken, aklımıza düşen dünlerden kış manzaraları en çok, gecelerde içimize yaslanan. Bütün ağırlığını bırakan üşümeleri tenlerin... Ten ısınıyor da, yıllar geçerken hangi denizin suyu kaç derece kestiremiyorum, burada eksile eksile mevsimin anormalliğinden bile çıkıyor bir deniz.
Bir zamanlar konuşulan dalgalar vardı, onlara varış biletlerini başka sulara verebildiğin. Mavi miyim, mor mu, yoksa gamzenin önüne düştüğü o turuncu mu. Ben hiç deniz oldum mu, dokunup da üşüdüğün, dokunup da serinlediğin, vurgun yediğin..
Bir film sahnesi var aklımda. Karadeniz'in kaşlarını çattığı, gökyüzünün denize, denizin gökyüzüne öfkesini karıştırıp o yalnızın adamın ömrünü dalga dalga tokatladığı... İskelenin ahşaplarının her dalgada, sevişemediğin o kadının kasıklarına dayanan hüznün ve zamansızlığın gerginliği gibi birbirine yakınlaşıp uzaklaştığı ama ayrılamadığı...
Bu yıl neredesin. Ve bir sonraki yılın bir anlamı var mı yollar bile yüzüne titrek bir gaz lambasının kederinden ötesini düşürmemeye başlamışken..
Bir teşekkür borçluyum geçtiğimiz yıla. İnançsızlığın kavimlerinde bir daha alabora olup da yeniden bir suya, küçük de olsa bir birikintiye varacak gücü verdiği için bana. Sesine eklenen kaleminin silmediği bir umudu, uykulardan vazgeçerek de olsa taşımama neden olduğu için. Bu acı için bir teşekkür borçluyum. Aynı o akşam üzeri, ben o kadar morken ve bir o kadar da turuncuyken gamzeni bile sakınarak dudağının kıyısından çıkan o cümle gibi: "Teşekkür ederim." ...
Daha fazlasına gerek duymadığın için, kendi dalgalarımın arasında boğulurken adımlayabileceğin o tek sokağın isminden ibaret olduğum için. Onu aşmamayı tercih ettiğin için.

Daha fazlası olamadım. Teşekkür ederim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder