13 Ekim 2011

sessiz- Se.

"Ekim falan da gider bu gidişle..." demiştim, yaslanarak acılarına şairin. Sonsuz bir sessizlik uzatmıştı cevap diye. Serin ve sessiz. Her haftanın çarşamba akşamları gibi; çok konuşup da, daha çok sustuğunu hissettirdiği şu akşamlar.
Uzun zaman oldu. Ölçülerin arasında kalan boşluğun esnekliğini mevsimler belirliyor benim rakamlarımda. Bu yüzden, iki yaz, bir kış ve bahar, bir buçuk da güz dolduruyorum kavanozlarına, biriktirdiğimiz çakıl taşı kelimelerin.
Son birkaç günde içten içe ve belki de yakın durduğumuz soluklarla karşılıklı oturup düşündüğümüz, başlangıç ve bitiş noktalarını avuçladım. Hiçbir şeyin bitmediği ve her şeyin başladığı soyut fırça darbelerini.
Çok sokak ismi geçirmedim bu hikâyeden, belki de "bu sokaklar, bu meydanlar ikimize yetmez..." diye.
Girizgâh ustası demeliyim belki sana. Sana herkes bir şey diyor ya, bu farklı. Dolaylı olmayı dilediğin sebep ve sonuçlarda, hiç fark etmediğin o başrolün repliklerini saklıyorum ben yastığımın altında. Son vurgunumun altına imzanı atmadığın ve bizi ayrı şehirlerde ayrı hikâyelere savurmuşken, bir çarşamba akşamından bile esirgediğin için.
Kim bilir, şarabımın rengini öğrensen kaç dağınıklığın düzelmeyen kırışıklıklarını ütülüyor olacaktım uykusuzluklarımla...
Şimdi ne söylemeliyim sana? "İyi oldu gelmediğin..." mi?
Ondan ve benden daha fazlasını biliyorsun bizle ilgili. Bizim çatallı seslerimizi, cümleler arasındaki titrek boşluklarımızı düzelten ve dolduran, hem şiirli hem ölçülü sözcüklerin var.
Kimse söylemedi, ama sen ve ben hep bildik. Şimdi, beni saldığın o hikâyenin paramparça halinde debeleniyorum, ama sen doğaçlama yaşıyorsun hayatı. Biz zorlama uyanışlarla sessizlik giyinip, kelimelere acıkırken, sen ikimizi de bırakıp rüzgârlar gibi esiyorsun.
Yakında kış gelecek ve biz, ayrı ayrı; o ve ben, seni arayacağız. Birbirimizden -özel olarak- habersiz. Unutmuş gibi yapacağız, reçellenmiş gibi birlikte oturduğumuz sofralar... Yine içkili, çaylı sözler vereceğiz başka şehirlerde buluşulacak, başka isimlere tabak koyulacak yanımızda. Tekmişiz gibi üç olacağız, üçmüşüz gibi çok...
Birleştirdin mi, parçaladın mı sen denizleri çocuk?
Ben bu hikâyeyi hiç öğrenemeyeceğimi bile bile, hep bildiğim o şeye sığınıyorum; bunu sen yaptın, biz sana hep katıldık. Kendi ayrılığımızda bile.
İyi mi oldu gelmediğin?*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder