Ömrün, kendisini asla yenemediği bir karşılaşma gibi. Süreci tezahüratsız. Ve sessizlikle sınanan. Fısıltılarının, varlığının duvarlarında yankılandığı... Tarihlerle kendini avuttuğun bir doğum çığlığısın sadece. Yankısı dağılıyor senelere.
Hayata giren ne varsa çıkıyor. Tutarlı ve bir o kadar da göçebe ve iskelesiz hayatına adresler vermek ne kolay. Sokakların çıkmazında, boyunu aşan duvarların dibine gömülmek ne...
Her seferinde aynayla imtihan edilmen ne sefil.
Göz kapaklarını kaldırıp, yüzünü güneşe dönmek için birkaç fiilsiz de olsa cümle kırıntısına sabahlamaların...
Takvimleri yitik kısır döngülerde dönen başını yaslayamadıkça "iyi" diye ayırdığın anılara...
Beklemek ne anlama geliyor ortak coğrafyalarda? Kimi zaman otuz kere, kimi zamansa otuz bir kere ölen günlerin bile eksilmişlikten intihar edenleri var.
Sahi, şubata ne kaldı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder