23 Eylül 2011

Ah küçücük gemi, sulara attın şimdi kendini...*

Bir yerden gitmenin, kaldığımda bulamadıklarımı getireceğine hiç inanmadım. Gölgelerden, tren raylarının arasında kurtulacağıma da. Hikâyelerin bitişleri gidiş biletleriyle kesilmiyor. Gitmek demek, sadece soru işaretleri yaratıp, onlarla oyalanmanı sağlayan; bildiğin yüzler arasında aynaya bakamamazlığından kurtulup, bilmediğin bir yerin sokaklarında önüne düşen aksine biraz daha cesur yaklaşmana yarayan bir şey sadece.
Bir gidiş hikâyesi nasıl yazılır, onu da bilmiyorum. Yerleşikliği, bir şehre ve o şehrin taşıdığı solukların tüm bilinçlerine sinmiş bir sakin bunu nasıl anlatır, hiç denemedim.
Yolculukları büyülü yapan renklerle kavrulma kısmı, hem betimlemelerden taşan, hem de yarının bilinmezliğini daha heyecanlı kılan bir aşama. Çok yolculuk izledim, çok yolcu bekledim, çok yolcunun vazgeçip de başka yola gittiği bir durak oldum. Yol, yaşamak demek. Gitmek, başlamak veya durmak demek. Gidenlerin asla dönmediği yollar gördüm. Aksini de pek görmedim zaten.
Şimdi zamanın ve yolun neresindeyim, bunun boyutlarını net olarak kavrayamasam da, kırgın olduğum şehir ışıklarından uzağa düşeceğim bir coğrafyada aynaya bakmaya gidiyorum. Yaşsız ve kimliksiz ve kimsesizim. Yalnızca ismimle, ve bana bu ismi veren, beni ben yapan şeylerden kalan anılarla yola çıkıyorum. Kimse kalmayı seçmedi, ben kalmaktan yorgunum.
Yazları giyindiğim mevsim döngülerinde solan güneşlerle karşılaşmak belki, beni bunca başka yollara sürükleyen. Hiç kışı içmedim ki.. Son geçirdiğim kıştan kalan buruk bir şarap tadı var kalbimde, bir de parmak uçlarımı sürttüğüm duvar pürüzleri. Yağmurlu kışlardan, yaz taşıya taşıya geliyorum. Belki de bırakırım temmuzu orada, daha şubat oluruz, daha mart. Belki sen bana karlar verirsin boyamam için, ben sana yazlarımı dökerim gökkuşağından daha fazlasıyla.
Ben, gitmek ne demek öyle çok bilmiyorum. Bu yüzden gidiyorum.
İçimin, derinimde dalgalanan mavinin göçebeliğini yadırgayan ve beni fonuna yerleşik kılan bu şehirle aramızda özlenecek bir şeyler yaratmaya.. Eski bir sevgilinin, saklanan mektupları gibi, parklarında çocukluğumu bırakmaya. Ellerimi karlara gömmeye.
Gelen ne olur, kim olur bilmiyorum. Gelenler hiç kalmadıklarından ve gidenler hiç dönmediklerinden bunu düşünmüyorum. Soğuğun damarlarıma buz çalmasını, sıcağın var olan tüm kanımı kaynatmasını dilediğim için pencereleri ve kapıları ardına dek açık bırakıyorum.
Varsa gelecek olan geçmiş zaman eklerinden, denizlerin zamansızlığıyla sormadan katılsınlar yarına. Ben bozkıra mavi çalmaya gidiyorum. Dağların morluğuna turkuazlar dayamaya.
Yanıma şiirleri ve masalları alıp, az gidip uz gidip, dere tepe düz gidip, arpadan yolları aşmaya, aşmaya...

http://fizy.com/#s/1aj5ii

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder