2 Haziran 2011

pelargonium..*

Her şey sen gittikten sonra tuhaflaştı. Ya da tuhaf olan ne varsa, senin gidişin yüzünden oldu. Başka bir şehirde, gözünü başka bir maviliğe değdirirken bile, tozundan sıyrılamadığım zaman, gökyüzünün deniz olduğunu düşündürtüyor. Her şey saçılsa da aramızda, gökyüzümüz değişmiyor.
O yüzden sana renk sormakta cimriyim belki bu kadar. Ya da hayallerinde yüzen balıkların yollarını, akvaryumlara çıkarmaktan korkuyorum çokça. Senin özgürlüğün... Hayır özgürlüğün değil, başkalarının iyelik eklerini tutkulaştıran özgürlük isteğin, bir bisikletle sonsuzluğa yuvarlanan bakışımlı dünyan... Öyle yakın ki güneşe, ürküyorum düşlerinin bileklerini tutmaya, hangi sözcük kaç nefesse...
Penceremin önündeki saksıları hiç değiştirmiyorum ve latince isimlerini fısıldamayı sevdiğim çiçeklerin, günü öpen renklerini yazların uykusuzluğuyla suluyorum.
Son zamanlarda hep, ilk okuduğun kitabı düşünüyorum. Seni bugüne yoğuran, dünde ıslatan hikâyeyi. Paralel kahramanlıklara hâlâ inanıp inanmadığını sormak istiyorum, sessiz ama. Kulağına üfleyerek.
Kelimelerimin böyle savruk ve fiili, yüklemi bol hallerinde kaybolduğumu hissetsem de, örülü bir tutam saç içim; düğüm- boğum- sicim.. Çözmek için, ellerin, en çok ellerin...
Sen, beni bu yaz da bağışla..
Terk eden her halkasıyla zincirin, sana varmaya çalışan bir yol boyamaya, sözler kesip, biçip, dikiyorum.
Avuçlarımda yaldızıyla izinin, kabuğundan taşıra taşıra, bir küçük salyangozla uyanıyorum..
Kulağımın ardında mürekkebin, soluğundan bir fazla, ama ellerin, yine de ellerin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder