10 Nisan 2011

Gelip gittikçe, geçip kaldıkça...

Okuyorum; tekrar tekrar, kelime kelime, her imlâda dakikalarca duraksayarak.. Şu heybetini göstermeyen, alkol mavisi dağlara yerleştiriyor gözlerim sözcüklerini. Kaybettiğim zamana katarsam dilini, çoğalır mı özgürlüğü kuşların..?
Boyuyorum; her saati. Ellerimin yaşlandığı bir zamandan, boya düşüren masallar topluyorum.
Kalemini sesine çalıp, bilmediğim her kuytunda filizlensin diye iyot tohumları atıyorum.
Bulutların rüyana ne renkte girdiklerini bilsem belki... O zaman sözcüklerini, gecenin yıldızları gibi serpiştirirdim dalgalarını bile sakınan suların üzerine...
Okuyorum; kuşlara ne kadar inanıyorsa içimin esir rengi.. İşte öyle, çaresiz inanıyorum...
İsmime sesini karıştırdığın geceler düşüyor uykusuzluğun şeffaf bulanıklıklarına.. Sonra erken bir sabah. Hiç geçe düşmeyen bir sabah..; eski bir vapurun, hüznünü ahşap titremelere bıraktığı...
Kirpiklerimizi kırpış sıklığımıza göre değişen suların rengi duruyor gözlerimde o sabaha yaslandıkça...
"Ömrü geçirdiğim sahilleri taşıyabilecek bir valizin var mı?" diye soracaktım belki, parmağımın ucunu öperken yaka, kendi cümlelerimi taşıyamadığım o yorgunlukta..
Ben gelemiyorum, gölgemi koynunda saklar belki, yağmur ardı gökkuşakları.
Bir öğleden sonra barışırsın belki de ismini kendin koyduğun kelimelerle, bağışlarsın şehri ismimle birlikte..
Rüzgârdan tokasını atan saçlar gibi uçuştukça sesin gecede, okuyorum; nota nota, okuyorum zamanını; zamansızlıktan taşan..
Yine yeni yeniden...

"Artık özgürüm, öyle yalnızım ki........"

08.04.2011- bin dokuz yüz on dokuz
Konak- Bostanlı Vapur*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder