11 Ocak 2011
tarif et kendi aşkını, tarif et o zaman
-Vücut gitsin, bitsin, sona ersin istemiştin dördüncü düğümde. Hiç korkmadın mı şaşırmaktan? Yeniden ikna olmaktan etin hayatına, hiç korkmadın mı? Hiçbir şey istememek daha kolaydır, istediğin bir şeyle karşılaşmaktan. Mahirsin zehirli cümlelerde. Öyleyse şimdi sıra iyilikli sözlere gelmişse, kendi "iç" bilgini kullan. Elbette daha iyi bilecektir kıymetini bir insanın, acıyla sınanmış et. Zehirli şeydir yalnızlık, dikkat et. Deşme; yetin. Yet. Ve aslında en zorlu gecen bu olacaktır senin, dikkat et. Kalabalığın ilişebildiği bu maddede, tedavi ettikçe tedavi olan bir simya var. Tedavi ettikçe tedavi olan, dikkat et. Ve eğer şimdi bir TAŞ anlatırsa bunu sana, dinle. Çünkü bir taş olmayı bildiğini söylemiştin sen de-
Bir taş, bir taşın hafızasını taşır hep. Ve şimdi, hiç olmadığı kadar acı bu. Çünkü şimdi, taşlığımın yüzyıllardır biriken bilgisine rağmen küçük düşüyorum karşında. Bak, tutulmuşum sana, gri bir kum taşına. Olmayacak bir şeyim: Acemi bir taşım, bak.
Yüzyıllar geçti ana kayadan ayrılalı. Suyun damlayarak taş, taşın ufalanarak su olduğunu gördüm. Hiçbir taşın yeterince ağır olmadığını, her taşın kendi ağırlığında olduğunu seyrettim. Bir taş olarak, yerküredeki vazgeçilmezliğimi tattım, tattım yerküredeki yokluğumun sadece bir taş eksilteceğini; sindirdim. Diyarlar gezdim gövdemle. Zamanı gövdemle bildim. Azalmayı gördüm. Her küçük toz tanesi koparken gövdemden, nafile olduğunu gördüm inadın. Yaşlandıkça yenilendim. Yenilendikçe, küçülerek yaşlandım. Seyrettim, izledim olabildiğince. Çünkü bildim ki, taş izler sadece, katılamaz. Olur, yapamaz. Taşın yolculuğu iradesizdir. İradesiz olmayı ben bildim.
Bilmekten ayrı olur mu tutuluş? Tutulmadan "bilinir mi"? Elbette, vardır benim de evvelce tutulmuşluğum. Mısır kıyılarında, piramitten kopmuş toz tanesiyle durdum biraz. Melankolisine kanışımı, hikâyelere olan tutkunluğuma verdim. Akropol'den gelen çakılın küstahlığıyla öğrendim dinlemeyi, sanki bir hiçmişim gibi dinlemeyi. Steplerin korkunç rüzgârlarında, bir kayalığın koynunda bir kömür parçasına meylettim. Ayrılış damarlar açtı gövdemde, oluk oluk yolundu içim. Sıcak, küçük şeyi alıp götürdüler benden. Durdum, baktım. Hep durdum. Aşk yan yana durmaktı. Ayrılış durmamaktı. Bir taş ancak bunu yapabilirdi, sindirdim. Durdum, öğrendim. Büyük bilgiye gövdemle erdim.
Ya şimdi? Bütün hikmeti varoluşumun, yüzyılların biriktirdiği bilgi, nasıl da bir hiç oldu şimdi şu biçimsiz kumtaşına tutuluşumun yanında. Nasıl kavruluyor içim. Kendime ondan bakıyorum. Onun baktığı yerden bakıyorum halime, usanmadan, çıldırarak. Gördükçe kendimi, eriyip toprağa sızmak istiyorum. Ve zalimleştirdiğin gözlerle bakıp kendine, artık olmamayı istemek. Olmamaya dilenmeye vardırmak işi.
Fakat... Fakat, taş olmaya, taş gibi olmaya gelirse sıra, yasdaşlarım kadar ben de bilirim bunu. Öyle bir katılaşırım ki, hiçbir acı uğrayamaz yanıma. Bir taşın çıldırtan sabrını taşırım ben de. Sıra taş olmaya, taş gibi olmaya gelirse yani... Bakın işte, meydan okuyorum yine. Ama biliyorum ki, tutuluşa zaten dahildir, hem de en dahildir öfke.
Bir taş sabreder yalnızca. Zamanı dilenir zamandan. Taşın silahı sabretmektir. Taşın silahı, acıyı gövdesinden hakkıyla geçirebilme becerisidir. Çünkü nasıl bir taş kendi ağırlığındaysa, tutuluşların acısı da ancak kendi kadardır. Fazlası var sanılacaktır; ancak, bilin ki, tutuluşların acısı sadece kendi kadardır. Katlanmak için zamandan zaman dilenmek gerektir. Tutulmuşlara verilecek ilk tavsiye budur.
Yine de tutulmakla ilgili, cümle mahlûkattan saklanan bilgi, bir talihsizliktir ki, sadece taşa bahşedilmiştir. O da, tutuluştan çabucak ve sağ salim kurtulma bilgisidir. Zamandan zaman dilenmeden, beklemeden, sabretmeden kurtulmayı tutuluştan, sadece taşlar bilir. Elbette açık edemem bu bilgiyi. Lanetler yoksa beni bilge zaman. Ama yine de şu kadarını söylemeden geçemeyeceğim, acısını düşündükçe tutuluşun, söylemeden edemeyeceğim.
Kırılmaktır sır.
Kırılmak sır. Tutulmuş yanını olduğu yerde bırakıp, tutulmaya bırakıp, bir başka taş olmaktır artık. "Ben" başkaları olur artık o zaman. Ama elbette bir taşın gücü yeter bu sabırsızlığın bedelini ödemeye. Artık hiç tutulmayacak olmanın lanetli katılığını, küçülmüş ve katılaşmış gövdesini sonsuzluğa doğru sürükleyip götürmeyi ancak bir taş becerebilir.
Taş, başlangıçta katı değildir. Fakat taş öğrenir. Ve taş, işte taş olmayı, böyle tutulup kırılarak öğrenir.
Ece Temelkuran
fotoğraf: Brooke Shaden
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder