Hanımeli kokmadım baygın, sensiz tenimde yitik bahar... Bahara az kaldı, bu bahar yaz cenazesi...
Bıraktın... Ben vurdum. Namluyu dayadım... Kurşun sıyırmadı mührünü içimin sonsuzluğunun, seninle dolup seninle taşan boşluğun...
Sıradandı tüm gülüşlerim, imzasız.
Soldum. Ben ne zaman öldüm?
Duydum, saçlarına kırık inen güz parlaklığını, damağını yakan deli maviye boyamı kattım...
Alevsiz içtiğin o şaraba, şiirsiz seher bırakmadım..
Sokak lambalarına dayandı soysuz çıplaklığım. Hesap veremediğim vicdan sorgularında kirli bulutlarla yıkanıyorum..
Ben ne zaman öldüm?
Dönüş biletini gece kokan yastıkta unuttun...
Lacivert düşmeden, bakir yıldız ordusuna, ilk güneşle gel bana..
Karpuz kokmayan yazlarda bekliyorum seni, ıslığınla...
Gamzene değdirdiğim bakışlarımı topla avuçlarında, ellerine kızılcık yakışır...
Yüzüğünün sarıldığı yere üflüyorum, ince sızı, derin sancı, çok sen, senden taşan ben...
Sahi, ben ne zaman öldüm?
Kurtlar inmiş miydi karanlıktan?
Nehirler boyunca süründüğüm saçlarının ıslaklığında trenler bekliyorum, olmayan çocukluğa...
Susarak gevezeleştiğim gece nöbetlerini say bu ikindi.. Acı kahvene kalemimi damlat. Kirpiklerime uğra bu gece, betimlemesiz kalan kelimelerimi okşa.
Tatsızım, yaşsızım bu aralar.
Zarlar kırık, gece çalınmış, gündüz tükenmeyen, dilim dilim...
Boynumdan masallar akıyor yara yara, kızıl hançer, ak süt, deli...
En eflâtun geceden düşüyorum, kelimelerim sakat, ruhum kimsesizliğe emanet, tatsızım bu aralar, tadilâta aldım kehribar ışıklarını yazmaların...
Ben ne zaman öldüm?
Senden döndüm, sana döndüm, ölüm bulunamadı, zanlısı bitmeyen gün olsun cinayetimin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder