14 Haziran 2009

ANKA Kuşunun RAksı Smyrna'da solur, Boğaz'a demirlenir*


Seni büyüttüğüm düşlere çamurlu ellerimle lekeler bırakalı çok oldu... Bulutlara değen salıncaklarımın zincirlerini koparalı.. Tenimde sakladığım, tutkunu olduğun güz yağmurları kapılarımı zorlardı... Her gün sensiz başlayıp, seninle biterken yeni düşlere simler saçtım ben, senden izin almadan.. Yıldızsız kalamadım, kutupyıldızını bırakamadım.. Bilmediğim sokaklarında şehirlerin, kokunu cebime doldurdum, iki biletle yorgun sinema salonlarına... Hangi filmdi, o bordo perdeli, ahşap kokulu salonda izlemediğimiz bir mart akşamı? Göz pınarlarından serbest bıraktığın hayal kırıklıklarına ucuz gülüşlerimi ekledim de kimyası bozuk denklemimden çıkaramadım soluğunu... Eğlencesi olmayan bir çocuk gibi karaladığım sayfalarında, öldüremediğin zehirli sarmaşık bittim... Kendimde esir ettiğim kızıl delikanlılığın gecenin şiirini susturmadı. Yalanlarımla bağladığım çarşafa varlığın, soluksuz, süründürdüm... Cinayet planını nakış gibi işlediğim bu sapkın aşk hikayesinde mahkumiyetsiz katil oldum; mavi, en sevmediğinden...
Evvelsi gün elbiseme dokunduğunda uzun uzun, kendi cinayetimin zanlısı gözlerimle karşılaştım tozlu vitrin camında...
Sararmış, rutubet kokulu anıların nöbet tuttuğu sandıkta susuz gül bitmiş...
O yorgun yaz akşamında... Boynundan köprücüklerine akan kokuna karışan alkolle, dalga sesleri arasından "seni izlemeye geldim", dudaklarından dökülen sarhoş masala karışırken varlığım...
Ben her topuklu ayakkabı giyişimde eylülü düşlerim. Parmak uçlarıma kalkıp, savruk bakışlarım, titreyen bedenim ve eteklerine hakim olamadığım, rastlantı memleketinin işi, mor elbiseyle sana uzanışım.. Altısıydı.. 3.2...
Ben her rüzgârla Boğaz'a savrulurum, hatırlayamadığım fal kehanetleriyle ve süt kokan, gözlerinin iliştiği dişiliğimle Kordon banklarında...
O sarı lekeyi güneşten topladım, sen beni öpmezken... Ani başlangıçlarla yapmadım ihanet sekseğini..
Sabırsız heyecanlarla kendimi kavurdum sadece... Her gidişimle kilit vurduğum yollarda yeniden doğururken seni, susturamadım sesinden akan Dize'leri...
Yorulmadım sokaklarında kaybolmaktan coğrafyanın.. Kederlendiğim geceler, bileğimden akıttığım kızılla imzanı atmaktan sıkılmadım, çarşaf çarşaf...
Seni öldürmekten korkmadım, aşkını yok etmekten daha fazla.. Kıyıya vuran dalga, pervasız kalemimi, bencilliğimi, düşsüzlüğümü, tükettiğim adımları, harcadığım solukları yok etmeye yetmedi, ismimin içimi, varlığımı çökerttiği kadar...
Dehlizlerime demirlenen aşkını harcarken kendiminkinden habersiz, ay tutulmadı, kutupyıldızı kımıldamadı. Çamurlu ellerimin tuttuğu kalem aynadaki bir suret gözlerimi oydu.
Ben her kızılda, sana varan yolların haritalarını ararım. Her ağustosun yirmi dördünde telaşsız soluklarına saplanırım.
özlediğin sokaklardan çalarken seni, gemici düğümlerimi attım kendi özlemime. Yosun kokan taşlarda yeniden doğurdum masalları, ardımdaki kirin üzerine meneviş saçar gibi... Yine de...
Affet demek yetmez, mavileri kırmızıya sadece kanla döndürebilirken...
O odada, sen, duvar ve tanışmadığımız teklikle...
Bekleyemediğim temmuza inat...
yıldızın olmalıyım yeniden, masallarını anlatırken saçlarıma ışıltısını koyduğun kutupyıldızın...
Ve Dize'ne gebe efsanemle, tutuşsa dudaklarında geceler(imiz) ömür ömür...

"Yaşlı duaların sessiz maskesi,
Sönmeyen ümidimin sönmez yıldızı,
Şulenden akıyor teselli sesi,
Yıldızlar güzeli gemici kızı...
Her billuri mavi gece denizde
Sevgiliden selam getiren,
Selamet yıldızı sen gemimizde...
Bir peri kızısın,
Aşıkın da ben..."

Ben "..."
Ankara yollarının ıslıklarına selam olsun on sekiz kala...

*şiir: Nazım Hikmet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder