20 Mart 2008

Geçirimsiz yollarında ömrümün, arnavut kaldırımlarına sıkışmış yağmur damlalarını döken gözlerimde çöl misali bir kuraklık… Yazı getiremediğim şehirlerin özlediğim kent dokusunda dayanılmaz bir tanıdıklık füme ve vizon… Duraklarına yüklediğim anlamları yarıda kesen korna çığlıkları, içimdeki enkazın tetikleyicisi… Birbirinden uzak kurduğum köylerdeki keder, seni geri getirmiyor… İnanç ve sadakat birliğinden geri kalan kırıntılarla mevsim devrimi… Üç isyan filizine bağlı ömrümüz bir tabut şimdi bize… “Bilmem artık seni/ boş sokaklar mı/ yoksa sessiz gözyaşları mı gizler/ oysa adımların kayalıklar kadar görkemli senin…”/ “Acının surlarında nefessiz kaldık..”… Tutamadığım kederimde bir dolu uçurtma şimdi hayat, yükselmeyen… Denizin engin derinliğinde mercan kırıntıları… Kırıntılar kırmızı, kırmızısı meneviş, menevişi aşk… Zorunlu bir bekleyişin kısır sessizliğinde boğulmak üzereyim… Onların göremediği görse de farkına varamadıkları insan manzaralarıydık ve ressamlarımız yitik… Alevler arasında dinlediğimiz nakarat gibi yağmurdan arta kalan beyazlıklar taşıyor geceden, beyazlık… Hastalık… Hastalık beyazlık… Katmerlenen yalnızlığında beyazın, bir sevişme şimdi gece bitkilerinde… Uzaktaki çamaşır ipinin gönlüme dokunan gevşekliğinde, bir salı yorgunluğu… Kalemimdeki kanda uyku…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder