avuçlarımızı dolduran heyecanlarımızı, kalbimizi ıslatan yağmurları,
kırış buruş olmuş kağıtların kat yerlerinde dağılmış mürekkeplerin dilini,
karın yağmasını pencereler önünde tomurcuğa durur gibi bekleyen çocuk sevincimizi,
baharın kahverengi gözlerimizi yapraklandırışını,
inandığımız şiirleri,
şairlerin hem kalem hem sigara tutan parmaklarını,
terbiye edilmemiş orman dişlerimizi,
göğsümüzü yırtacak güçlü nefesimizi.
Bıraktık.
Gitmelere alıştık, öylece salıverdik ezberlediğimiz şarkıların bir şifre gibi ezberlediğimiz sözlerini yersiz yönsüz zamanlara.
Elinden, kalbinin ucundan, yanağının yuvarladığından, uykularının kirpiklerinden,
bir mevsimin gelişini zapt edemediğimiz bir coşkuyla karşılayan ayarsız sevincinden,
tenden tene çakan şimşeklerle bir daha bir daha dünyaya gelişimizden,
bıraktık öylece kendimizi.
Hop! Nereye? demedik.
Neden demedik, nasıl demedik, başka neyimiz vardı da bol bol savurduk dudağımızın kıyısında açan gelincikleri..
Her şey bir masal gibi şimdi.
Hiçbir şey masal değildi.
Suyun iç çekişini duydum. Göğsümde yankılandı.
Vakit bitti.
Vakti saldık kendimizden azad edip.
Ah artık kimselerin yok, yok, yok...
Vakti yok.
"..durup ince şeyleri anlamaya..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder