Uzun zaman, milyonlarca zaman geçti gibi her şeyin üzerinden,
ama bir boşlukta asılı kalan zaman eskir mi bilmiyorum.
Bir kaybın ardından nereden başlanır yaşamaya,
hangi saçılmışlığı hangi rafa yerleştirerek ilk önce...
Bir de bunun tekrarının kaçınılmazlığıyla nasıl boy ölçüşülür?
Her seferinde yeniden dokuz yaşıma döneceğimi bile bile nasıl büyümeyi başaracağım..,
öğrenilmiyor hayat.
Boşlukta asılı kalan şeyler arasında kurumayan kıyafetler de var.
Onlara yetişmeyen bir rüzgârı nasıl anlatırsın birine, onu da bilmediğimi fark ettim geçen gün.
İçime teptiğim bir sürü cümle parçacığını yan yana getirip anlamlı bir özne nesne yüklem dizilimini başaramadım.
Yine, her zamanki gibi.
Ne demek istedim ve ne dedim.
Suçlamasınlar.
Kendim de bilmiyorum.
Çok küçücük bir yere dünyaları toplamış gibiyim, ve aniden "hadi" diyor bir an, "hadi çıkar da yüzdür bakalım kağıttan bir gemini". Yeni bir gemi yapmak daha kolay bazen. Ve onu da biriktirmemeyi başarırsan, o zaman belki bi' tık daha hafif.
Olduğum, olmaktan korktuğum, sürüklendiğim, üzerimden atamadığım, suçlulukla sevdiğim ve asla sevemediğim, kavgamın bitmediği, içime sinmeyen birisi gibi bazen aynadaki. En can sıkıcı kısmı bunu tamir edememe halimin öze en yakın oluşunu hissedişim.
Belki bi başkası, büyük cümleler kurar ve hizaya sokar içimin kaleydeskopunda çoğalan bu yansımalarını.
Bana kalsa ben hep bi' sihirden yanayım.
Ama sihrin bile reçetesinde gözyaşı var.
Göz demişken...
Sonbahar geldi.