Hiç beklemediğim bir anda sayfaların arasından kucağıma düştün yine.
Göğüs kafesimi sımsıkı sardı unuttuğumuz, unuttuğumuza yemin edebileceğimiz ne varsa. Isırganlarınla kaplandı yine içim. Acıttın canımı yine yokluğunun uzak bir hissiyle.
Seninle bir sokak başında karşılaşma ihtimali nasıl depremse, öyle aniden bir kitabın içinden açık saçık göz kırpışının da bir farkı yok.
Nerede olduğunu bilmiyorum, başına neler geldiğini.
Böyle diyorum çünkü biliyorum belaya tutkun yanın rahat durmaz.
Sığınabildin mi bir yerlere felaketlerde, bilmiyorum onu da. Artık o liman ben değilim sonuçta.
Hangi yıldı; şehrin sağında solunda "deniz misin, liman mısın?" duvar yazılarının peşine düşmüştüm. O zaman deniz değilmişim ben. Bunu da çok sonradan öğrendim.
Oysa senin denizin olabilseydim eğer, beni öldüremezdin.
Peki sen ne yaptın? Öldün mü yoksa güçlendin mi?
Bence cılızlaşmışsındır. Hâlâ aynı şeyleri seviyor ama eskisi kadar iyi rol yapamıyorsundur. Belki de senin sevgin genel olarak böyle; sahneye yakışan, kuliste makyaj silen, sokakta yok olan bir şeydir. Onu da bilmiyorum. Hiçbir şeyi bilmediğim gibi.
Eve gidiyor musun hiç?
Bir sebeple sokakları didiklemem gerekti geçenlerde, anneannenin evine baktım bir süre.
Anaokulumun ve ilk sevgililerimden biriyle sürekli buluştuğum lisenin olduğu, aynı sokaktaki o büyülü ev. Hiç düşünmemişim bunu da. Büyüyüşümün tek bir doğru üzerinde böyle konumlandığını. İçim üzüldü yan yana gelince hepsi.
Evi de terk ettin belki.. Belki üzerine toprak atman gereken kayıpların oldu, belki artık çam kokusu almıyorsun, ve hatta kalbinin haritalarından bile sildin yerleşimleri...
Ben de terk ettim belki, öldüğüm için.
Başka türlüsünü oldurmaya uğraşmadım, yalan yok. Gururum ve kalbimle birlikte en çok ilk gençliğim yara aldı. Galiba öfkemin kaynağında bu da epey bir yer kaplıyor.
Şimdi öylece, onca şey devrilmemiş ve o enkazın altından bir şekil kırık dökük, yarım yamalak da olsa çıkmamış ve her şeyi temize çekmemişim gibi aniden bir romanda kendine yer ediniyor ve kendini gözümün içine sokuyorsun. Ve lanet olsun ki hâlâ sevgim de gözyaşım da tetikleniyor kendini hissettirdiğin her aralıkta. Kemiklerimin arasındaki boşluklar daralıyor, nefesim yanıyor ve kurtaramıyorum kendimi. Bağışıklık kazanamıyorum sana, varlığına, yokluğuna, belki de hiç olmamış olmana.
Sen ve bütün felaketin bir hastalık gibi sardı içimi, zaman okşamıyor başını kırgınlığımın da hafızamın da.
Devasız bir hastalık gibi büyüttüğüm bu sevgi, çekilmiş bir diş gibi boşluklar yaratıyor ama dilim de o boşluğa dolmaktan kendini alamıyor. Yadırganan bir boşluğu kendi yeni formuyla tanıdıklaştıramıyorum kendime.
Keşke demeyeceğim ama,
deniz olmayı bugün değil o gün başarabilseydim
belki eşit bir sonumuz olurdu.
Ve üzgünüm ki sen hep,.... neyse.
Artık hiçbir şeyin pek de bir öneminin olmadığı bu yerde gece gündüz neyi kazdığımı, neyle karşılaşırsam içimin soğuyacağını, kalbimin reddettiği neyi mantığımın bir ihtimal çözümleyebilme ihtimaline tutunduğumu, neden ömrümü buradan sıyıramadığımı bilmiyorum.
Bilmek de istiyor muyum artık, emin değilim.
Sadece
bi' hıçkırık..;
engelleyemediğim.
Yanlışlıkla çalan bir şarkı eşliğinde geldim buraya. "Bir Beyaz Orkide", Cihan Mürtezaoğlu ve Pinhani eşliğinde. Uzun zaman sonra böyle bir yazıda kaybolmak hoşuma gitti. Neden bilmem.
YanıtlaSilMerhaba sevgili Deniz.
Ne güzel bi' yanlışlıkmış, en sevdiğim yerden...
SilHoş geldiniz. Nice nedensiz hoşluklarla dolu kayboluşlara..