21 Mayıs 2015

leyla..*


Dışarıda mayıs var. Bir yanı çok yeşerikliklerde patlayan kan kırmızı, bir yanı çok denize düşmüş gökyüzü huyu. Akşamın üstelemeden ama hafif dokunuşlarla güne inmesi... O rengi de biliyorsun. Zaaflarımı biliyorsun. Bir kadehe dolması gereken ne kadar sözcüksüzlüğüm varsa... Ve o kadehe kaleminin dudağı değmeli ne kadar şair varsa, onları da. 

Eksiklik eklerinin unutmakla bir ilgisi yok. Bu, bir arzuya neden biçmenin olanaksızlığına benzer gibi, belki. Mevsimden arda bir bakış bırakabilmekten öteye beklenti yaratmıyorum. Oluru yok reddedişler karşısında pencereleri ardına kadar açıp, durduğumuz yerde soluk soluğa kalabileceğimizi göstermekten başka hırsım yok. Hayatla derdim bir gecenin en güzel yerinde -evet, o rakamın altmış dilimine sığar şekilde- "durmayalım" diyebilmek. Ay paldır küldür düşmeli balkonlardan belini sarkıtırken. Daha başka bir şeyin hesabını yapabilecek bir şey sürmüyor iklimimde. Ne olduysa, ne oluyorsa hiçbir cümleyle tartılıp da sağlama yaptırmıyor kendine. 

Çok yalınayak nabzım. Ne tarihlerden ne de olaylardan korunacak ketler yaratabiliyor. Lâl sürüyor bir şeyler veya o lâllikle durağanlaşıyor. Saniyeler mi birbirini itiyor, haftalar mı deviriyor, bu neyin büyüyerek yaşlanmasını izlemek anlamıyorum. Bu kalabalığın, çok kalabalığın ortasında duyduğum tek şey; sudan yükselen karpuz kokusu, gözümün takıldığı portakal kasaları ve ikisinin arasında yalnızca yeşil ışık yanıyor olması. Metro çıkışında veya girişinde kestaneyle can eriğinin yan yana yer buluyor oluşu gibi. Şaşkınlığımın sessizliği, sözsüzlüğü, birçok şeyin anlamının altını çizmeye yetmediğinden kırıcılaşıyor. Oysa yabancılık tekinsizleştiriyor imlâsını yolda yürüyüşün. Nereye gittiğini bilmeden ve belki de aslında hiçbir yere gitmiyorken hangi yol tarifi işine yarayacak bilemiyorsun.

İnce ince esiyor rüzgâr. Saçlarımı sevmekle sevmemek arasında ağlamak istediğim vapur güvertelerinde üşümeye mi üşümemeye mi karar vermeye, aslında çok üşüyüp de üşümüyor gibi durmaya çabalıyorum. Ellerimin ağrısını bırakabileceğim bir yer yok ve martıları besleyemeyecek kadar susamsız şimdi denizaşırılarım, sevmelerim*... 

Bu durumda neyin önlemini alma çabasında dilim, bilmiyorum ki... Kıyı kıyı susuyorum. Bakışlarım gözlerime küs. Çok hastalarmış, doktor da söyledi. Ağlamaktanmış hatta belki de. Bir yerde okumuştum; hatırlamanın da unutmamakla hiçbir ilgisi yok.* Gözlerim bitmiş. Bir nehre baka baka bitirdiğimi hatırlıyorum. Bir de şimdi nereye baka baka doğuracağımı bilmediğimi bazen unutuyorum. Gemiler batıyor sanki kuraklığıma saplana saplana. Gözlerimin reddinde dilim de sus pus. Bir bedeni bu yoksunlukla taşıya taşıya kalbini hatırlamaya çalışmak çok yorucu.

Hasarlıyım, yabancıyım. Dışarıda mayıs var ama. O temiz. Tertemiz. Saçları dalgalanıyor, dudaklarında çilek kokusu, rengi. Öyle genç ve elleri öyle diri sulara dokunurken.. Cam göbeğinden elbisesini sıyırdıkça eflâtunlu bir zamanın rüzgârı, yaseminler saçılıyor sokaklara. Konuşkan ve bakışkan sevişiyor mayıs; cüretkâr. Haklıysa, sonuna kadar.
Omuzlarından öpülmeli şarkılar söylüyor.
Mayıs olmak istiyorum.

Bu mevsime böylesi yakışıyor.
Ben arka bahçesinden hayran hayran içime çekiyorum varlığını.
Çünkü nereden baksan insanı en çok ve belki de bir tek aşk iyileştiriyor.
Ve şimdi sokakta, ve toprakta, ve suda, ve bulutta sahici bir aşk var.
Ne oluyorsa ve ne olmuyorsa sadece bundan olmalı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder