25 Haziran 2014

"alargada kalmış gibi kıyısız..."

Dokuz sene öncenin taşıdığı bir hikâye gibi görünse de bu, değil. Bazı başlangıçları masalsı hale getiren bir coğrafyada olmak, hayal kurmak için orayı yaratmak başka. Sahici  bir başlangıç ve sahici bir kalem tutuş için son derece gerçek adımlar atmak bambaşka. Dokuz sene öncesinden değil dört sene öncesinden taşıdım kendimi buraya.

2010 yılının 1 Temmuz gecesi ne bitti ve ne başladıysa, onu doldurdum bu kolilerin, bavulların içine. Asla tek bir çantayla kapıyı çarpıp çıkabilen bir insan olamamanın getirdiği yükle, o yerleşiklik bağıntısıyla -belki de esaret; bilemiyorum- geldim.

Bu kez "Sana geldim"in sözlerinden daha başka şarkılar da yuvarlanıyor dilimden. Aşksızlıktan değil, içerisinde onlarca çeşit baharat bulunan bir İpek Yolu yemeği yapıyormuşum hissinden.

Bir önceki ayrılışıma müzik listeleri yapmıştım, sabahtan akşama kadar bir ayin gibi gidişin melodilerini kalbime çakıyordum. "Dönmeyeceksin." ; kendime karşı tek emrim buydu. "Buranın insanı olmaya devam etmeyeceksin.", "Burada, bu kalp acısıyla, bu ezbere bildiğin sokaklarda ağlayarak yürümeyeceksin.", "Her yokuştan kimin çıktığını kollaya kollaya almayacaksın nefesini."

Uzun bir yol olsun istedim. Dönmeyecek kadar uzun. İlk durak; ki ben duraksız olacağını düşleyerek çıkmıştım yola; çok fazla şeyle sarmalandı. Hayat orada kuruldu, hayat orada başımdan aşağı geçti, yine de kalkıp gitmek istesem yine aynı nehrin kıyısı derim, ölmek isteyeceğin bir yer beğen deseler, yine.. Ömrün ortalama süresi her neyse, belli ki tamamını yediremedim oraya. Şimdi bak neredeyiz. Koli koli, bavul bavul, ardımda bir müzik listesi olmaksızın, seçeneksizlikten değil, belki de o 1 Temmuz'u her an hatırlamak istediğinden nefes; geldim. Korkmadım, ürkmedim gelirken. Şehrin beni tanıdığını biliyorum. Sadece biraz daha anlayışlı olmalıyız galiba geçen zamanda birbirimizle ilgili kaçırdıklarımızı telafi edebilmek için..

Bir anahtar, bir kardeş, bir oda ve renklerim. Geride bıraktığım şehir. Ve artık yerleşmenin dahi içimden söküp atamadığı bir yersizlik duygusu. "Mahallendeki elektrik kutusunu bile sahipleniyorsun, onun bile bir anlamı var senin için, bu özelliğini çok seviyorum." diyen kadının yamacında, nasıl bir hayat edineceğimi öngöremediğim bir yerde, mor örtüler serdiğimiz, bir umut, çok çiçek yaşatma inancıyla koşup aldığımız renk renk saksı diplerinde nasıl bir hayat...

Sevdiğim insanlar, arkadaşlarım, dostlarım, kalbimi bilen herkesin bildiği bir başka şey daha vardı. Benim üzerini örttüğüm. Onların beklediği, benim kendime unutturmaya kalkıştığım. Olmuyor öyle. İster kara ol, ister deniz ol, ister ada ol, ister gökyüzü ol, olmuyor. Kapanmıyor öyle telkinlerle sayfalar. İnsan içini fil misali unutmuyor. Beni benden iyi bilen ne varsa, işte buradayım. Hiçbir şeyi, hiç kimseyi unutmadım. Bağışlamak veya bağışlanmak değil bu. O kolileri boşuna toplamadım. Kavuniçinden mora uzanan duvarlarımı bu kez sil baştan bir hayat için boşaltmadım. Dinlendim, soluk aldım, yoruldum, koştum, üç yılda bir hayatı yoğurdum ve geldim. Sevdiğim, sevmediğim, vicdanımı huzurla boyayan, pişmanlığın rengi olan, eksiklerle, fazlalarla, her şeyi yüklenip geldim. Çünkü bir hayat kolay edinilmiyor, kolay geride bırakılmıyor. Cesaretsiz olduğumdan değil, yaşadığım her şeyi kendim seçtiğim için. Bu şehirle yeniden tanışmak değil, kaldığımız yerden devam edebilmek için geldim.

Ben geldim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder