6 Mart 2014

sonranın bilinmezliği*


Zamandan geriye ne kaldı.

Geçen ilkyazdan bu yana hem mikro hem makro düzeyde epey şey değişti.

Önce yalnızlıktan, hayır özlemden, belki de alışkanlığın dışında kalmanın şaşkınlığından, sonra buluşmaktan, sonra yol ayrımından, daha da sonra toplumsal ayaklanışımızdan, isyandan, tutkulu bir öfkeden, sonra sonbaharın göze yaş koymasının sadece melankoliden olmayışından, fay kırıklarından, tarihlerden çarpan kalbim ne ara bu kabullenişe geçti.

Sakinleştirici olmadan uyuyamadığım bunca zamanın ardından, sükût olarak nitelenemeyecekse de, kalp atışım kendi kendine bir kadercilik oyununa başladı.

Sigara içmek, düzenli olarak içmek ve bunu bir ruh haline dönüştürmek nasıl bir şey bilmiyorum ama, bilseydim sanıyorum ki halimi anlatabilmek için epey işime yarardı. Zira zaman zaman kaldırım kenarlarını itip kaktığım gereksiz duraksayışlarımda nikotin kokusu sinmiş ütülü gömlek kokusu alıyorum tarihimden..

Kolay başlatmadım hiçbir şeyi. Bunu epey düşünüyorum son zamanlarda. Kalbimde izi kalan her şeyin başlangıcı çok ani görünse de emindim adımımı atarken; yazılacak kadar değerli olduğuna inanmadığım bir şeye başlamamaya gayret ettim. Başlayan her şeyi çok sahiplendim, ondan belki bu yorgunluğum. Bir yemin gibi işledim, unutmak da olmasaydı hayata dair bir lütuf bulamayacaktım.

Kaldı, sarı da olsa kaldı. Siyah beyaz da kıvrılsa, sepyadan da taşsa. Renk dilendiğim zamanlardayım, ve bu çok harcayıcı bir şey. Gökkuşağını görebilmem için yağmur gerekiyor, yağmur için bulut. Her şey birbirini bekliyor, ve beklerken öyle sallantıda, öyle ürkek..

Bir- iki gün önce Ortaçgil'den Mahmur'u da duyunca,

geceye dönmek için kaderciliğe ihtiyacım yok dedim.

Alacaksa, buradayım.

Buna kader değil, teslimiyet derler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder