17 Eylül 2013

geliyor aklıma..*



Vakitli vakitsiz. 
Fazla.
Azdan biraz fazla.
Sessizlik.

Defterlerini yakmayışına gülümsemek de yeter ama korku kemirgen.

İnandığım yerden çok fiyakalı görünen bedeller ceplerime sığar mı, emin olamıyorum.

Başka manzaralara bakıyorum aklım karışınca.

Mesela lacivert bir gün var, gecesinden renk kopardığım.
Sonra en uzun ayakta kalışım yağmurlu bir akşamüstüydü şüphesiz.
Ya da bazı yokuşlar.
Bakışlarımın yuvarlandığı.

Vapurlar güzeldi geldiğimiz yerde.

Geceye serilen nemli çimlerin de zehir yeşili sızışı güzeldi.

Bakışlarımın yuvarlandığı merdivenler de vardı mesela.

Geldiğim yerde bakışlarım epey kötürüm kaldı.

Bunu düşünmek hep aklıma şu filmi getiriyor. Oğlanın, geldiği yere dönüp de, birbirlerinin şiirlerini anlayabilecek kadar aynı dili konuştuğu kızın gözlerini kapatışı.

"Arkadaki duvar ne renk?"

Mesela ne zaman kese kağıdı görsem anımsadığım şeyler var. 
Galatasaray Lisesi'nin karşı sokağındaki minik bir kahvecide/ kahvehane/ kafe/ neyse.
İstanbul'lu şeylere yakışıyor kese kağıdı kokusu mesela.
O kağıdın üzerine siyah mürekkeple yazı yazmak da yakışıyor.
Kırmızı da olur.
Kırmızı.
İki renkten biri gibi.

O da çok İstanbul.


Kahve, kese kağıdı ve şiir de yakışıyor birbirine.

İnatla kraft değil de kese kağıdı deyişimin sebebi belki başka şeyler çağrıştırır diye.

Çağrıştırsın diye ya da.

Ahşap gibi güzel, ahşap gibi sıcak bazı şeyler.

Günün birinde trabzan seçmen gerekirsen öyle olsun bence.

Bazen hiçbir şarkı radyoda duyulduğu gibi gelmiyor kulağa.

Belki de hiçbir şarkı seçilmediği içindir.

Şarkıların armağan edildiğinde ısınıp da güzelleştiğini toplam ömrümün epey büyük bir çoğunluğu geçtikten sonra öğrenmem hazin.

Şimdi ne zaman Sarı Odalar çalsa moralim bozuluyor mesela.

Ya da her bitirişi şeyle yapmak istiyorum; içinden renk ve güzel şeyler geçen o şarkıyla.
Korsanın güzelliği diyelim.

Mesela uzun uzun yürürken sorulan sorular da manzaraya takılıyor bazen.

Uzun uzun oturulurken de.

Bu gecenin yalpalaması için bir sebep soracak penceredeki mevsim.
Diyeceğim ki ben de, ay nazlanıyor, yağmur yeteri kadar cömert değil ve artık çantalarım sürprizlere yataklık etmiyor. 

İçerisinde bulunduğum coğrafya gereği nehirler boyu susabilirim.
İçinden çıktığım coğrafya gereği dalgalanasım geliyor.

İşte tam bu aralıkta, inandığım şeyler hâlâ var.

Yazık diyorum.
Kendi kendime inciniyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder