Hangi kelimelere dönüşüyor yağmurdan arta kalan kaldırım kenarı taşları..
Cebinde biriktirdiğin kağıt mendilleri hangi çocuğun avuçlarından aldığını hatırlıyor musun,
Nereli olduklarını niye sormuyorsak...
Şehrinin kitabını aldım dün, sevdiğin dilde bir ismi var.
Okuyunca yanaşacağım.
Kokunu anımsamak zor, başka şehirlere ve ülkelere taşıdığını düşünmek masal kitapları gibi.
Benim bir dürbünüm ve dolayısıyla büyülü bir gücüm yok.
Aslında uğruna paralandığımız bu dünya Kafka'nın da dediği gibi çok gülünç. Milenası olan mı söyleyebilir bunu ancak?
Bizim neyimiz var?
Nereli olduğumuzu soranları düşünüyor muyuz?
Bana en son daha önce hiç gitmediğim bir şehirde babam yaşında bir baba sordu.
Cevabımı beğenmedi.
Bir şehir neye göre sevilir.
Ben renklerine bakıyorum en çok.
Mevsimlerin pencerelerinde nasıl durduğuna.
Masallar yazdırıyor mu diye.
Bazen haritalardan bir yer seçip...
Hiç olmaz ya, olur diye..
Sevdiğim şehirlerin içinden geçen filmler izliyorum ve sevdiğim şehirlere ilan-ı aşk eden kitaplar okuyorum.
Sevdiğim insanların sevdiğim şehirlere gitmelerini izliyorum.
Geride bilet bırakmamak ne korkunç.
En son sevdiğim bir insanın sevdiğim bir dilin kenarından yürümeye heveslendiğini öğrendim.
Bu uzaklaşmak demek, belki de yanında taşımaya karar vermek..; bilemiyorum..
Parmaklarım bu çağın senelerini saymaya yetmiyor.
Doldurduğum defterleri hangi alevin kırmızısı alıp da gitti..
Şimdi ölüm haberlerinin arasında bir yarım dudak izi kalıyor, göğüs kafesinde büyüyen..
Şarabımın rengini sormadan öğrenen çocuk,
Tene yakıştıran kadın,
Yarına taşımakta ayakları gerileyen dün.
Bu aralar hangi sokağa hangi ismimi bırakacağımı, nerenin anısı olacağımı, hangi izi yağmayan karla örtüp unutulacağımı, hangi kelimesizlikten meram anlatmaya kalkışıp yanımdakinin yanağından tuzlu su yolları izleyeceğimi...
Zor mevsim, zorunda hayat..
Nereden tutup, nereye..
Belki de en iyisi..
Eve...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder