Zihnime yarım yamalak tutunmuş dizelerin avuçlarını terletiyor tarih ki, düşüyorlar. Denize mi bu kez, bilmiyorum.. Altına tarih atılan her not beni biraz duraksatıyor; dünleri sonlandırdığından mı, anın kendi başınalığından mı...
Azerice bir şarkıydı ninnim. Hâlâ her gece rüyalardan kaçarken, ona varacağım anı kolluyorum. Annemin o zamanlardaki görüntüsü fotoğraflardan değil, rengini bulamamış gözlerimin belleğinden düşüyor..
Çok zaman geçti. Çok zaman geçiyor. Zaman çok geçiyor.
Duraksamadan duraklarda bekleyen onca insanın arasından, hesaplanmamış onca cümlenin arasından, kenarda saklanırsa bir gün yolumuz olacağına inandığımız biletlerin koçanlarından, gökyüzünün devingenliğinden, sokakların bir yağmura bakan gözü yaşlı halinden ve kendini karla sarmalayıp her engebesini yok edişinden, çaydanlıkların ocakta unutulmuşluğundan, uykuya varmayan nice geceden...
Boşluklardan geçiyor ve dolu olduğuna topluca kanaat getirdiğimiz bir çok şeyin arasından...
Yeni bir sayfanın başındayken sormak geçiyor içimden, sen varacağını biliyor musun..?
Ninnine, müziğine, bellediğin o ilk huzura..
Çıkmaz sokakların arasından geçmeyi başarıp çatlayan narlara karıştırabileceğine kanını?
Gidip de dönmüş bir soluğun, kendinden emin nasihatı falan değil bu.
Takılı kalmışlığın tarihi.
Dünleri yırtamamanın, yarından ürkmenin..
Anları sonbahar yapraklarıyla aynı çuvallara doldurma arzusunun..
Ben hâlâ, her gece, o geceye düşen zeytin kadifeliğinde olduğu gibi, her karartıda, her çarşafta, her sözcükte...
Yalnızca o zamanların değil, belki de ömrün yalan olduğunu bile bile...
Yine de "iyi ol".. Yalansız, dolansız, öylesine geçip gitmeden...
http://fizy.com/#s/1aimdb
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder