1 Ağustos 2012

işte böyle bir şey...

Bir temmuz daha bitti. Sanki tüm geçişlerini kalbin, bir mevsimin bir ayına saklamış gibi..; ama bitti.

Özlediğim kokuları içime çektiğim, sevdiğim coğrafyalarda uyandığım, yarından ümidimi kesmişken yeniden hayallerimi doldurduğum valizi bulduğum, suskunluğumla örttüğüm bekleyişleri, bekleyiş olmaktan çıkarıp gündüzün şarkılarını aramaya koyulduğum, konuştukça hata yaptığım, hata yaptıkça üzüldüğüm, üzüldükçe ömürden gülümsemesiz eksilen günler olduğunu gördüğüm, bulutlara yaklaşan beyazlıktaki ıslıklarımla mucize yarattığım, bol çay içtiğim, güzel elbiseler giydiğim, gözü yaşlı geceleri "günaydın" kadar fırından yeni çıkmış ekmek kokusunda kelimelerle tamamladığım, sevdiğim, sevildiğime inandığım, sevmediklerimle ve sevmeyenlerle vedalaştığım, kendi mevsim döngümün yılbaşısında bir temmuz bitirdim.

Büyümek mi, yaşlanmak mı.. Cevabını duymak istemeden sürekli sorduğum bu soruyu nereye koyacağımı bilemediğim için bu kez sormadım.

Avucuma sığacak bir karpuza dikilen mumları üflerken ne dilediğimi bilmiyorum; büyümek mi, yaşlanmak mı, yarına varmak mı, dünde kalmak mı.. Belki de sadece ufak bir kırıntı; umut adına..

Birlikte çok uzun zaman geçirdiğim dostları gördüm. Değişen şeylerden suç etiketleri kesmektense, aynaya baktım uzun uzun. Değişenlere; saçlarıma ve tenime ve gözlerimin artık nelere değdiğine.. Birlikte çok uzun zaman geçirdiğim dostlarımla hâlâ gülümseyebildiğimi fark edip, sadece kadeh kaldırdım değişikliklere. Belki de tebdil-i mekân meselesi... Herkes kuyuya düşmüş kadar çaresiz ve karanlık görünse de güneş, temmuzda inatla doğuyor.

Birlikte çok uzun zaman geçirmediklerimle de kadeh kaldırdım; ortak düşen çizgilerine mi yolun, bıraktığımız yerden devam ettirebildiklerimize mi, çok tanıdık bir çift bakışın önünde hayallerimizi saklayamayışımıza mı, değişik görüntümüzün değiştiremediği o dudak kenarı tebessümlere mi; bilmiyorum, çok da önemli değil. Birlikte olmanın huzur getirdiklerine diyelim..

Peşine iyelik eki takmışçasına sahiplendiğim dükkânlara, meydanlara, sokaklara girip çıktım. Çok güzel bir kadın şöyle dedi: "Kâğıt kalem seven insandan zarar gelmez..." Avucuma nazarlık gibi bir kart iliştirdi, "Yine gel..."
Kâğıt seven insan olduğum ortalığa döküldüğünde, yaşını kestiremediğim bir adam -ki yaşını tahmin edemediğim insanları tarihsiz yaşayabildikleri için severim- pimpirikli tavırlarımdan ötürü özürümü şöyle cevapladı: "Kurabiye ister misiniz?"

Girip çıktım. İki günde sahiplendiğimiz, oturma düzenimizi bile yerleştirdiğimiz bir kafeteryada -belki de barda- sır verdim, kime olduğunu bilmiyorum. Sadece civardaki dairelerin bin üç yüz lira kirası olduğunu, en azından o kiraya bir yer bulunabildiğini öğrendim. Belki de birçok şey imkânsız değildir. Hayal kurmayı mı unutmuşum, bilemedim...

Sevdiğim bir semtte, bindiğim bir otobüsün kapısında ve inerken, uykulu göz kapaklarımın arasında bir beyefendinin gülümsemesini hissettim. Aramızda konuşulmayan bir zarafet oldu, feminizme tokat atmayan, ben öyle gençken, ve o bir o kadar babamken.. Yıllar, dedim. Yılların ve kimliklerin öldüremediği bir şeyler hâlâ belediye otobüsü kullanıyor.

Bir gece yarısı şu cümleleri kurdum..; hiçbir şey için geç kalmaya cesaretim yok, hiçbir güzelliği bozmaya da.. İçim düğüm düğüm.. Bir tanrım da yok üstelik... Uyandığımda baştan başlayan bir hayatın kıyısındaydım, elimde bir bilet, dönüşü başka bir yere kesili.. Bak evdeyim şimdi. Ev dediğim kaçıncı kapı kilidiyse döndürdüğüm..

Sonra, içimin turuncusuna yüzdüm. Habersiz, öyle "Özledim, geldim.." diyebilmek için.. Dedim de.. Henüz sabah bile olmamıştı. Birkaç gün içinde, suluboya yaptım ve masal dinleyerek uyudum. Kulağımı deniz kabuklarına, kalbimi beraber uyuyabildiklerime yasladım. O birkaç gün içinde, titreyen ellerinden düşmeyen sigarasıyla, heykeltraş bir çocuğun, kızarmış gözlerini kendi falına bakmak için fincana düşürüşüne tanık oldum. Sordum ister istemez..; "Her bitiş mi böyle.."

Dönüşe bilet kesildi ya, bu kez de "Özlemediğim için gelmiyorum." demek istedim, olmadı. Bitişlerin varlığa kazınan ızdırabı bir yana, vedalar zor.. Evi, her ne kadar bulduğumuz gibi bıraksak da, bir ayı aşkın süre daha karasal iklimden uzakta kalp sarartacak olmanın gerçekliği de zor. Hayır, vedaların hiçbiri güzel değil. Belki de ben bunlarla karşılaşacak kadar büyümedim daha. Büyüyemedim ya da. Ve, veda ederken neye veda ettiğini kestirememek de güzel değil.. Neyse ki, ona dokunabildiğim mesafeden de, otobüs camının arkasından da iyi görünüyor. Bakmaktan usanmayacağım kadar iyi, eksiksiz ve dikkat çekici. Onda, hayatın, vedaların çirkinleştiremediği bir şey var. "Hep öyle kalsa.." diye mırıldandım.. Duydu mu, bilmiyorum. Ama özlemiştim ve gelmiştim; ve o, bunu biliyordu...

Temmuz bitti. Kalbim demirledi mi kendisini şu balkondan görünen iskeleye, bilmiyorum. Burası da olsun istemiyorum aslında kalınacak yer. Valizimi buldum ya, içi hayal dolu, sapı umut kaplı, elbet haritalarını da tedarik etmişimdir birkaç düş renginin arasında.. Oralara gitsem, demirlensem, bin üç yüz lira kirayı ellerimde boya lekeleri, etrafımda beraber kadeh kaldırabildiklerim, özleyip de gidebildiklerim ve vedaların çirkinleştiremediği şeylerle verebilsem..

Karpuzdaki mumları üflerken bir dilek istemişti ya temmuzun ortası, gecikmiş de olsa...

1 yorum:

  1. Temmuz bitti sahi. Şahane ağustos olsun... Sonra zaten ver elini sonbahar:) Sevgiler.

    YanıtlaSil